Son sözü başta söyleyelim; sinemanın paylaşımı ve sinemayı izleme pratiği açısından yeniden konuşulma, tartışılma zamanı gelmedi mi? Yeni teknolojilerin, giderek akıllı telefonların avuç içi kadar ekran alanına hapsetmeye başladığı sinema üretiminde, izleyicinin dinamiklerini yeniden tanımlamak gerekmiyor mu? Filmin kendisinin yeterli olmadığı, ekstralarla daha ‘geveze’ bir sanatsal ürüne gereksinim duyulduğu zamanların ‘sinemayı anlama’ dinamikleri nasıl belirlenecek? Metis Yayınları etiketi ve Cem Soydemir çevirisiyle raflarda yerini alan Daniel Frampton imzalı “Filmozofi – Sinemayı Yepyeni Bir Tarzda Anlamak İçin Manifesto” zaman zaman bütün bu soruların çevresinde dolaşırken, omurgasını filmin tüketim biçimiyle değil üretim biçimiyle ilişkilendirerek oluşturuyor.
Gerçekliğin değişimi
Frampton kitabına Maksim Gorki’nin, “Lumiere Sinematograf”ının bir gösterimi sonrası yazdığı yazıyla başlıyor. Gerçekliğin gri ve sessiz bir hayalete dönüşmesinin rahatsızlığını duyuyor Gorki. Tarihe bu kayıt düşüldükten tam 100 yıl sonra, bir başka önemli kayıtla devam ediyor kitabın ilk sayfası: Jodie Foster, yönetmen Robert Zemeckis’in “Mesaj/Contact” filminin bir sahnesinde yüz ifadesini dijital yöntemlerle nasıl değiştirdiğini, bir kaş hareketini yok ederek kendi imgesini ve gerçekliğini nasıl değiştirdiğini, isyan ederek anlatıyor. Bu tanıklıkların hemen ardından, gerçekliğin basit ve dolaysız bir yeniden üretimi olmayan sinemanın, her geçen gün bu ihtimalden biraz daha uzaklaşmasının soru işaretlerini tek tek masaya yayıyor Daniel Frampton.
Gilles Deleuze’den Stanley Cavel’a
Kitabın alt başlığının anlamı, Gorki’den Foster’a uzanan bu eksende giderek anlamlanıyor. Sinemayı yepyeni bir tarzda anlamak, özellikle ’90’lardan sonra şekillenen yeni bir sinema üretimi üstüne zihin alıştırması yapmaya dönüşüyor sayfalar boyunca. Frampton “Film-zihin/film-anlatı/film-düşünme” bölümlerinde, sinemanın yeni üretim biçimlerinin, tek bir film-dünya düzleminde düşünülmesi ve yorumlanmasının dinamikleri üstüne düşünüyor, düşündürüyor.
Filmlerin ışığında, örneklerle tartışıyor sinema üstüne cümlelerini bu kitap. “Matrix”ten “Dövüş Kulübü”ne, “Oyuncak Hikayesi”nden “Karanlıkta Dans”a, “Manolya”dan “Sırlar ve Yalanlar”a uzanan bir yolculuğa davet ediyor okurunu. Üstelik filmlerle yolculuğuna, Gilles Deleuze ve Stanley Cavel gibi isimlerin düşüncelerini de ortak ediyor.
Sayfalar çevrildikçe yazarın filmozofi adını verdiği yeni bir sinema algısının temelleri atılıyor. Filmozofi, dijital animasyon, akışkan film-düşünme, sanatsal filmler ve empatiye dayalı gerçeklik biçimlerini, dünyaya dair algımızı değiştirmeye son derece uygun film-düşünmeler olarak gören bir yapı olarak karşımıza dikiliyor. Film-düşünme kavramı da, biçim ve içeriği organik ve anlamlı bir şekilde birbirine bağlıyor. Filmozofi kavramının amacını şöyle açıklıyor Frampton: “Amaç yeni bir eleştirel dikkat tarzı geliştirmektir; filmin düşündüğünü kabul etmek, filme güç ve yaratıcı bir niyet atfetmek demektir. Filmozofi, hareket eden bütün imajlarla ilgili olarak bu dikkati yükseltme amacının güdümündedir.”
Sinemadan televizyona, reklam panolarından video oyunlarına hareketli imajların, zihnimiz üstündeki egemenliğinin her gün biraz daha arttığı zamanlarda yepyeni bir algı biçimi yaratmak için karşı konulmaz anahtarlar veren bir kitap “Filmozofi”. Sadece sinema tutkunlarının değil, yeni bir algıya kapı açmak isteyen herkesin ilgisini çekecektir.
Bu tarz kültür-sanat kitapları ne yazık ki çoğu zaman "hobi" raflarında gözden kaybolmaya bırakılıyor. Ne zaman ki meraklı bir okur onu bulup yerinden çıkarttığında, kitap bir adet satmış oluyor. Ya da bunun bir tesadüf olmadığı zamanlarda… İşte böyle kitaplarla ilgili bilgiler, tanıtımlar içerdiği için de seviyorum bu blogu. 🙂
teşekurler bilgiler için