Günden Kalanlar.42

Fazıl Say ile 5 Temmuz’da Enka Sanat’ta vereceği konser öncesinde Schubert dinliyorum. Çünkü programda Schubert’in Si bemol Majör Sonatı da var. Sarsıcı bir eser. Schubert 1828 yılında, ölümünden hemen önce bestelemiş eseri. 31 yaşında hayata veda edecek ve 25 yaşından beri frenginin getirdiği sağlık sorunlarıyla uğraşıyor. Üstelik ekonomik olarak da çökmüş. O kadar genç yaşında 1000’e yakın esere imza atmış. Bunların bir kısmının da para kazanabilmek için bestelediği, sipariş eserler olduğunu düşünüyorum. Bir yandan para kazanma derdi, bir yandan Beethooven’a olan hayranlık ve onun ezici gölgesi, bir yandan da ölüme götüren sağlık sorunları. Muhteşem bir dehanın yok oluşu. Si bemol Majör Sonat’ı dinlerken bütün bunları duymak mümkün. Yaşamla ölüm arasında bir eser.

Naoki Urasawa imzalı bir manga okudum: Monster. Urasawa’nın Master Keaton isimli cildini okumuştum daha önce. Çizgi dünyası, panellerde tercih ettiği açılar, kadrajlama tarzı ve özellikle karakter oluşturma tarzı tam benlik. Karakter ifadelerinde detaya inem veriyor. Hikayesi de yabana atılır cinsten değil. Fazlaca klişe olabilecek bir gerilimi ve suç hikayesini, Berlin Duvarı’nın yıkılması öncesi ve sonrası Almanya’sına taşımasıyla, ana karakterindeki değişim-dönüşüme önem vermesiyle farklılaştırıyor. Dramatik sahnelerde zamanı uzatması ve manga tarzı şiddet panelleriyle heyecanla okunuyor. Belki bir Oldboy değil ama beş yıldızlık sistemde dört yıldız alır.

Samantha Schweblin‘in öykü kitabı Yedi Boş Ev, Emrah İmre çevirisiyle Can Yayınları tarafından yayımlandı. 1978 doğumlu Arjantinli yazarın Ağızdaki Kuşlar‘ını okumuştum daha önce. Bu kitabın ilk öyküsü “Hiç Alakası Yok” çok iyi geldi bana. Kendi kuramadığı hayatı-düzeni ve mutluluğu başkalarının evlerinde arayan bir anneyle kızının öyküsü. Öykünün anlatıcısı kız, hem annesinin bu patolojik durumundan rahatsız hem de onu anlıyor. Çünkü zamanla na dönüşeceğinin farkında. Kısacık öykü, anne-kızın bir eve yaptıkları “baskın” içinde ilerliyor ve duygusal bir zirvede final yapıyor. Hatta olay örgüsünde korku romanlarına taş çıkartacak bir gerilim temposu da var. Schweblin iç gerilimi hep yukarıda tutmayı iyi başarıyor. İç gerilim… Mesele bu.

Güne Yaşar Miraç‘ın sözleri ve Selim Atakan‘ın bestesi “Gurbete Kaçacağım”ı dinleyerek başladım. Çok iyi sözler ve harika bir beste. Bence Selim Atakan yeni besteler yapmalı ve yine şiir bestelemeli. Belki de gönlüne göre bir solist bulamıyordur ya da içinden gelmiyordur. Ama bence mutlaka yapmalı. Muhteşem şarkıları var.

Ben de bir “Gurbete Kaçacağım”.

bir yorum bırakın