İntihar Dükkânı

1953 doğumlu Fransız yazar, senarist ve karikatürist Jean
Teulé
’nin, İsmail Yerguz çevirisiyle
Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan İntihar Dükkânı (Le Magasin de Suicides) adlı kitabı üstüne yazdığım yazıyı daha önce Fil Uçuşu‘nda paylaşmıştım.

O yazıda romanın Patrice Leconte tarafından yapılan animasyon uyarlamasını merakla beklediğimi şu satırlarla ifade etmiştim: “Film yapım aşamasındaki kimi sorunlar yüzünden bir erteleme yaşadı ama fragman görüntüleri, dinamik, dünyası özel, dili farklı ve eğlenceli bir animasyon izleyeceğimizi fısıldıyor bize.”

Sonunda İfİstanbul sayesinde filmi izleyebildim. Ancak ne yazık ki, beklentilerimin altında bir animasyon vardı karşımda. Öncelikle Leconte’un “üç boyutlu” tercihini gereksiz bulduğumu söylemem gerek. Animasyonun tek boyutlu yapısında bu izleme uygulaması, boyut katmaktan çok, çocukların pop-up kitapları benzeri bir kitaba bakıyoruz hissi veriyor. Üç boyutlu uygulamanın doyurucu karşılığı çok az planda kendini hissettiriyor.

Ama daha önemli sorun kitapta her yeni müşteriyle, hayatın anlamsızlığı üstüne yeni bir düşünce sayfası açılırken filmde bunun görsel zenginlik yaratma çabasıyla yok olup gitmesi. Oysa başlarda, sıkıcı büyük şehir yaşamını gri tonlarda ve İntihar Dükkanı’nı rengarenk işleyen yapı, daha eleştirel bir ton yakalanacağı hissini veriyordu. Ama küçük çocuk Alan’ın filme dahil olmasından sonra, hikaye kararlı bir şekilde akıp gidemiyor. Yönetmen varoluş sorununa mı yoksa çocuksu anlatıma mı odaklanacağı konusunda kararsız kalıyor. Üstelik kahramanımızın adının Alan Turing’e saygı duruşundan geldiği es geçilince bütün o renklilik de havada kalıyor.

Aynı kararsızlık olay örgüsünün temposunda da var. İlk bir saat boyunca ailenin dükkana ve mesleklerine bakış açıları tekrarlarla ve müzikal katkılarla yürürken, çözüme giden yol son düzlükte hızlıca geçiştiriliyor. Üstelik kitapta Alan’ın doğasının sonucu olarak gerçekleştirdiği çözüm, filmde planlı bir eyleme dönüşüyor.

Merak edenler için filmin fragmanını paylaşıyorum. Fragmanı izlerken bir kez daha “Keşke üç boyutlu olmasaydı,” dediğimi hatırlatarak.

 

Leave a comment