Kış Uykusu: İnsan ruhunun her köşesi

Cannes Film Festivali’nde Haluk Bilginer Nuri Bilge
Ceylan’a rakip
Yakılmış andızlar. Başıboş dolaşan yılkı
atları. Kadim bir coğrafya. Yakılmış bir üretkenliğin içinde artık görkemli
günlerinden uzak yılkı atları gibi dolaşan orta yaşı geride bırakmış tiyatro
oyuncusu Aydın. Kapadokya’da Othello Otel. Tiyatronun tozu artık sadece babadan
kalma zenginliğin getirdiği otelin adında kalmış. Bir de kibirli bir
gülümsemede.
Nuri Bilge Ceylan ve Ebru Ceylan, “Kış
Uykusu”nun insan ruhunun her köşesine gitmek arzusunu replik replik hissettiren
senaryolarında Dostoyevski ile Shakespeare’e ve en çok da Çehov’a yaslamışlar
sırtlarını. Birçok hikayesinin incelikli ilişkileri, farklı sahnelere
sindirilmiş. Ama Ceylan’ların Çehov’unun bildiğimiz usta yazardan bir farkı
var. Bu Çehov, Albert Camus ve Yaşar Kemal’le rakı masasına oturup, geceyi
sobada kebap yapılan kestanenin tadıyla bitiren bir yazar artık.

Kendini Kapadokya sahnesinin bir parçası
hissetmek için ne yapsa da, hatta o coğrafyanın sorunları için kalem oynatmaya
çabalasa da, bir tiyatro sahnesinde olduğunu biliyor Aydın. Repliklerini
söyleyecek ve sahneyi terk edecek. Bütün o sarkastik tiratlar, figüran olmaktan
kurtulup hayat sahnesinde daha önemli bir rol kapmak için sanki. Ne de olsa,
tiyatroyla ilgili tek anısı, bir komedide oynadığı imam rolü. Aydın, buralı
olmak-oralı olmak duygusuna sıkışmışken, sahnenin gerçek sahiplerinden imam
Hamdi’nin derdi hayatta kalmak. Tıpkı, yakılan hayallerinden yeniden bereketli
bir tarla yaratmaya çalışan Nihal, bir diğer yılkı atı gibi odasının içinde
gezinen ve kötülük nedir sorusuna yanıt arayan Necla, tek odasını ısıttığı
evinde ölümü sükunetle bekleyen Suavi, bir şişe şarapla varoluşunu sorgulamaya
başlayan öğretmen Levent, gezgin Timur hatta Japon turist gibi. Hepsi ama hepsi
konuşmak isteyen, üstelik dinlemekten de zevk alan insanlar. Mağaralarına
sığınmış vahşi hayvanlar gibi, o derin kış uykusu bedenlerini teslim alıncaya
kadar homurdanan-mırıldanan, anlatan-dinleyen canlılar.
Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu” üstüne çok
yazılacak. Ama film Cannes’da yarışırken, biraz da olup bitene odaklanmak
gerekiyor. İlk günden başlayarak Soma’daki facia-cinayetin bütün ağırlığını
hissediyor ekip. Sürekli haber alma, bilgileri güncelleme çabası. Doğru ve
gerçek bilgiye ulaşamama tedirginliği. Nuri Bilge, arada bir dalıp gidiyor.
Ülkesinin derdini yüklenmiş bir yüz ifadesi. Burada gelebilecek sorulara
vereceği cevaplarda “yalnız ve güzel ülkesinin” insanlarını incitmek istemediği
belli. Öncelikle ölen her bir kişinin hikayesini düşünüyor. Her bir ölümün
“bizi biz yapan hikayeleri” biraz daha azalttığını biliyor. Zeynep Özbatur
Atakan’ın siyah kurdele fikri, film ekibinden çıkıp herkese yayılıyor. Sonunda
gala gününde, Türkiye’den gelen herkesin yakasında siyah kurdeleler ve hatta
Yamaç Okur’un hızlıca hazırlattığı “SOMA” çıkartmaları var. Bu göstermelik bir
duruş değil, acıyı içinde hisseden ve “önce insan” diyebilenlerden küçük bir
saygı duruşu. Tıpkı gösterim öncesi yapılan fotoğraf çekimlerinde Ceylan ve
başrol oyuncularının kameralara “SOMA” yazan fişleri göstermeleri gibi. Sanki
ilkokul fişleri var ellerinde. Belki de iktidar hırsıyla kirlenmiş dünyada,
acıyı en iyi çocuklar anlayacağı için.

Film ekibi Grand Théatre Lumiére’den içeri
girdiğinde bütün salon ayaklanıyor ve dakikalarca süren bir alkış başlıyor.
Nuri Bilge Ceylan ekiplerinin önceki yıllardaki galalarını da görmüş biri
olarak, bu sefer özellikle uluslararası coşkunun daha üst düzeyde olduğunu
rahatlıkla söyleyebilirim. Entelektüel ablası ve ayakta durmaya çalışan
karısının arasında “kendine ait bir oda”da yaşamaya çalışan Aydın’ın hikayesi
seyirciyi hemen içine alıyor. Sanat eserlerini ezberlediğimiz verilerden
konuşmayı sevdiğimizden midir nedir, dilimizden düşmeyen “Ama film üç saatten
uzunmuş ha!” cümlesi benzersiz bir sinema anlatımı, alıştığımız NBC’den farklı
olarak hareketli kamera kullanımları, Gökhan Tiryaki’nin ödüllük görüntüleri,
Bora Gökşingöl katkılı hızlı kurgu, Gamze Kuş imzalı sanat yönetimi ile
anlamını yitiriyor. Bir de oyuncular var tabi… Ah o oyuncular. Duyguların
sıcaklığı ile abarttığımı sanmıyorum ama her birinin beyazperdedeki en yüksek
performansı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Filmi omuzlayan isimlerden kısa
bir sahneye imza atanına kadar bütün oyuncular gözümüzün önünde nakış işliyor.
NBC bu filminde, oyuncusuna daha çok alan tanıyan bir yönetmen olarak da bir
yeniliğe imza atıyor. Zaten kanımca Jane Campion başkanlığındaki jüriyi
etkileyecek olanlar da, filmin insan ruhunun her köşesine giden hikayesi ile
birlikte, Nuri Bilge’nin bol diyalog, hareketli kamera, müzik kullanımı, hızlı
ve cesur bir kurgu, farklı kadrajlar deneme arzusu olacak. Bir başka olumlu
etkinin de, yönetmenin bu uzunlukta bir film yapmaya cesareti olacağına
inanıyorum. Evet, herkesin olumsuz vurgusuyla karşımıza çıkan süre, ödülü
getirecek etkenlerden biri olabilir.
Ödül demişken… Beklenti belli. Altın Palmiye
istiyor herkes. Nuri Bilge bu konuda konuşmayanlardan elbette. Ama gala gecesi
saatlerce hesaplar yapılıyor. Cem Yılmaz’dan Belçim Erdoğan’a, Reis Çelik’ten
Cansel Elçin’e herkesin arzusu aynı. Bir ara Haluk Bilginer’e yanaşıp “Nuri
Bilge Ceylan’ın tek rakibi var bu yıl,” diyorum. Ciddiyetle “Kim?” diyor. “Her
filme bir ödül verileceğine göre, o rakip Haluk Bilginer,” dememle basıyor
kahkahayı. Ceylan ya da Bilginer, Cannes’da ödülü kimin alacağı belli olmaz,
ama zaten bu ekip böylesine güzel bir film yaparak çoktan  “yalnız ve güzel ülkelerine” bir ödül daha
vermiş durumdalar.

Yorumlar (1)

Eline saglik! Nuri Bilge Ceylan odulu aldiktan sonra okuyunca daha da guzel oldu. Keske +1 ruyasi devam ediyor olsaydi da canli, canli bu gururu yasasaydik hep birlikteymis gibi…
Yalniz ve guzel ulkenin yitik evlatlarina adanan bu odul umidin canli kalabilmesi icin bir yudum can suyu gibi…

bir yorum bırakın