Marty McFly’ın Ezber Bozan Maceraları

Aşağıda okuyacağınız yazı “Lanterno Magico” isimli sinema fanzininin 2005 yılının Kasım ayında yayımlanan ve seksenleri mercek altına alan altıncı sayısında yer almıştır.

Eylül rüzgarıyla bilinmeze savrulmaya başladığımız yıllardı.
İşin garibi bütün o bilinmezliğin önünün/ardının güzel olduğu, olacağı söylendi
bize. Baştan biliyorduk öyle olmadığını, olmadı da zaten. Kendimize bir araç
yapıp geleceğe yolculuk etmek belki bizi kurtarırdı; geleceğe gitmek isterken
geçmişe düşmek bile iyiydi açıkçası; umutsuzluktan iyidir her şey. DeLorean
bulamayacağımıza göre Murat 131’den bir araç yapabilir, akı kapasitörünü
yapmasak da tüpgazdan faydalanabilirdik. Geleceğin bilgisiyle donanmış olarak
geçmişte at koşturmanın rahatlığıyla ufak tefek şımarıklıklar yapardık; “kimse
bana korkak tavuk diyemez,” derdik sinirlendiğimizde, babamızı/atamızı
şekillendirirdik –yenmese de babasını yenebileceğini göstermek istemez mi her
evlat-, annemize aşkı öğretirdik en Freudyen yönümüzle, sıradanlığın
kıyılarında dolaşmaktan kurtulur elimizde gitarımızla bir efsane olurduk,
kırmızı anorak bir yeleğimiz bir de boğazlı beyaz spor ayakkabılarımız olsaydı
hele nasıl da koşardık maceradan maceraya… Yapamadık bunları. Bir film
izledik, onunla hayalimizin bütün perdelerini açtık, amma ve lakin yapamadık…

 
O yıllarda video kiralama dükkanları vardı, iyi kopya
kiralardı kimileri, “Aman bunu alın görüntü süper, birinci kopya, daha çamur
gibi olmamış,” derlerdi. Bir kaset birkaç ev dolaşırdı, makbul olan Betamax
idi; VHS çok uzun süre sonra üstünlük kurabildi. Videokasetlerin sırtlarında
kırmızı gazlı kalemle filmin adı yazılmış olurdu; tabii bir de dükkancının
grafik yeteneğine göre yerleştirilmiş süslemeler. Bütün bilgiler oraya
sıkışırdı genelde; filmin orijinal ve Türkçe adı, oyuncuları, yer kalmışsa
yönetmeni…
 
Bilim-kurgulara ayrı bir meylederdi gönlümüz. İngilizce
konuşmak yeni moda olmuştu o yıllarda (zaten Tonton da yarı İngilizce yarı
Türkçe seslenirdi ulusa), science-fiction demeyi tercih ederdi çoğu genç;
öyleleri daha çok Terminator’un suyunda yüzerdi zaten. Biz burcumuzu Blade
Runner’la belirlemiştik; Alien, Mad Max, Star Wars beğeni bahçemize sağlam kök
salmıştı. Ama o video kiralama dükkanlarında bir film vardı ki, gençliğini o
yıllarda yaşayanların dil birliğini oluşturdu: Ne de olsa hepimiz bir “Geleceğe
Dönüş”
yaşamak istiyorduk.
 
 
Neyse ki yönetmen Zemeckis ve yapımcı Spielberg umut
pencerelerimizi uzun süre kapalı tutmayıp ikinci ve üçüncü bölümlerini de
sundular bize –yıllar geçince öğrendik çoğu bölümün iç içe çekildiğini-. Demir
Lady Thatcher ile kovboy eskisi Reagan’ın yeni-sağ politikalarının, muhafazakar
vizyonlarının, ahlakçı söylemlerinin uzantılarını aramak aklımızın ucundan bile
geçmeden daldık Marty McFly’la maceraların en hasına. İşin hoş tarafı görelilik
kuramı yeni girmişti dimağlarımıza, teorinin karşılığını görmek için bundan
eğlenceli yol olabilir miydi? Orta sınıf Amerikalının rüyasını yeniden kurmaya
yönelik bütün göndermeler biraz bile bile, biraz da körlemesine kaçtı bakış
alanımızdan; kaçmasını istedik. Serinin üç filminin de erkek egemen bir dünya
önermesi, modern çağ kovboylarının düellolarını yeniden üretmesi, “güç”ü öne
çıkarması umurumuzda olmadı açıkçası. Düzen’in bozulması dünyanın (dünya
denilen Amerika’dan başka yer olabilir mi?) en büyük düşmanıydı bu filmlere
göre; varsın olsun, zaten Eylül’ün kara rüzgarı da bize aynı önermeyle
yaklaşmamış mıydı? Kovboy söyleminin ve gücün silah üstünden yüceltilmesinin
üçüncü bölümde iyice cilalanmasına da “ne gam, ne keder” dedik; 80’lerde bütün
erkek çocukların ne büyük hayallerinden biri Marty McFly olmak değil miydi?
 
Cuntanın pişirip servise sunduğu siyasi partiler ortalıkta cirit atıyor,
onların vuramadığı hedefleri Tonton Özal es geçmiyor, sürgünden dönüşünü kutladığımız
Livaneli, glasnost mimarı Gorbaçov’la öpüşüyor, bugün kansere kurban vermeye
başladığımız Çernobil çocuklarının doğumunda Cahit Aral adında bir bakan
radyasyonlu çaylar içiyor, Lech Walesa’nın bıyıkları gazete sayfalarını
süslüyor, İhsan Doğramacı akademiyi YÖK ediyor, Berlin Duvarı yıkılıyordu… Biz
bunları görüyorduk, bunları biliyorduk ama ne zaman o üçlemenin başına otursak
uçan kaykaylarımıza binip havada süzülmekten başka şey düşünmüyorduk. Marty
McFly
, sıkşmış ruhlarımızın zamanda/mekanda/olay örgüsünde dilediğince dolaşan
kardeşiydi. Tragedyanın bütün yapı taşlarını yanında taşıyan ama teknolojinin
yardımıyla ezberleri bozan kardeşimiz.
 
 
“Geleceğe Dönüş” serisi üstüne bir film okuması, senaryo
değerlendirmesi yapsam, şu an’a kadar yazdıklarımdan fazlasını söylerdim
sanırım. Ama gençliğini benim gibi 80’lerde yaşamış çoğu gencin en büyük
“kaçış”larından biri olan bu film hakkında, kişisel sayıklamalardan öteye
geçmek istemedim. Kişisel deyince… Böyle bir yazının benden istenmesinin özel
bir nedeni de var. Bir yazar olarak bugüne kadar pek söylemediğim ama böyle bir
yazıda yerini bulacak bir özel durum. Bu durumun özelliğini anlatmak için bir
anekdotun tam zamanı: ODTÜ’de bir öykü okuma saati. İlk kitabım “Fildişi
Karası”
çıkalı kısa bir süre olmuş. İstanbul’dan gelen yazarlar, Ankaralı ev sahibi
yazarlar, Edebiyat Kulübü’nün yetkilileri ve edebiyatseverler, özellikle de
öyküseverlerden oluşan bir dinleyici kitlesi. Bütün katılımcılar öykülerini
okudu; ben de kitaptan bir öykümü okudum. Okumalar bittikten sonra okuma saati
ve paneli idare eden yazar arkadaşımız sorulara geçebileceğimizi söyledi. Ön
sıralardan bir okur ısrarla, heyecanla el kaldırıp bana bir soru yöneltmek
istediğini söyledi. Öyküm ya da yazı dünyamla ilgili geleceğini düşündüğüm
soruyu dikkatle dinlemeye başladım. Ama genç edebiyatsever ayağa kalkıp
yıllardır peşimi bırakmayan (açıkçası bundan rahatsız da değilim) soruyu sordu:
“Siz Geleceğe Dönüş’te Michael J. Fox’u seslendiren kişi misiniz?”
 
Bu filme özel ilgimin nedeni, devlet televizyonunda ve özel
kanallarda defalarca yayınlanan (ve ne tuhaftır her seferinde yeniden
seslendirilen) üçlemenin en bilindik yorumlarından birinde Marty McFly
karakterini seslendirmiş olmam değil tabii ki. (Belirtmek isterim ki bu işi
benden sonra da değerli seslendirmeciler hakkıyla yaptı.) Filmi politik bir
merceğin altına yatırmaya kalksam, dünyaya bakışımla örtüşmeyen hücrelerden
oluştuğunu görebilirim. Ama ne olursa olsun “Geleceğe Dönüş” serisi,
sindirilmiş ve tatsız on yıllık bir dönemin (sonrası çok mu tatlıydı sanki), en
keyifli görüntülerinden bir kısmını sundu bize. Dileyen Zemeckis’in büyülü
üçlemesine dilediği yorumu getirebilir. Ben sadece 70’ler tüketilmeye
başlandıktan beri 80’lere saldıran yeniden-üretim meraklılarının “Geleceğe
Dönüş” serisine el atmamalarını ve eğrisiyle doğrusuyla bu filmi anılarımızdaki
gibi bırakmalarını diliyorum. Zaten Michael J. Fox’un eli, serinin bir bölümünde
olduğu gibi “yok oldu” gitti. Hiç değilse anılarımız sağlam kalsın.
 
 

Comments (10)

Ne yalan söyleyeyim rastladığım her yayınını tekrar tekrar ve şansıma Yekta Kopan'ın sesinden dinleyip seyrettiğm bu seriyi bir dönemin penceresinden bakarak hatırlamak hiç aklıma gelmemiş…İhtimal ben de hayalleri gerçeklere tercih etmişim. Farklı pencere ve keyifli anlatım için yazara ve kalemine -klavyesine- teşekkürler:)) Y.K

Ağzınıza sağlık, ağzım kulaklarıma vararak okudum 🙂 Çünkü; nedendir bilmem "Geleceğe Dönüş" her zaman mutlu eder beni. Güçlü hissettirir, umutla doldurur içimi. 90'ların sonuna yetişen bir neslin çocuğu olmama rağmen bu filmi yakalayabildiğim için de ayrıca mutluyum. Olur da zaman bulursanız benim de şu yazıma (ve mümkünse diğer yazılarıma da) eleştiri yapabilirseniz çok ama çok mutlu olurum. Bir gazetecilik öğrencisiyim ve hayallerimde de kültür-sanat gazeteciliği yapmak var. Türkiye'de bu alanda benim için siz ayrı yere sahipsiniz. İyi geceler 🙂
http://birazherseyblog.blogspot.com/2012/12/ona-kimse-tavuk-diyemez.html

80lerden ne zaman bahsedilse, Geleceğe Dönüş, Marty McFly ve Yekta Kopan isimleri de mutlaka kullanılır. Ama bu film çok ayrıdır. Ve sadece 80leri yaşayan kişilerce değil, yeni nesli de hep cezbetmiştir. Daha geçen günlerde kimbilir kaçıncı kez tekrar izledim bu seriyi ve yanımda 8 yaşındaki kuzenim de vardı. Dünyaya bir Geleceğe Dönüş hayranı daha kazandırdım. Ve önünde filmi tekrar tekrar izleyebilecek yılları var. Şuna da değinmeden geçemeyeceğim; Yine Geleceğe Dönüş, Marty McFly ve Yekta Kopan isimlerinin bir arada olduğu kısa metraj senaryom da şurada; http://www.salihdemir.com.tr/2011/02/neredeyse-romantik-1.html

Küçük bir çocukken yani hayal dünyamın şimdikinden çok daha büyük olduğu dönemlerde bile geleceğe dönüş benim için sınırlarımın ötesindeydi fakat bu hayalperesliğime rağmen bende gerçeğe dönüp filmin sonunda "seslendirenler" kısmını bekleyip Yekta Kopan adını hemen okul defterime yazmıştım uzun süre bu isim Marty McFly görüntüsüyle kaldı aklımda ama önceside vardı sonrasıda, Kirk Cameron Jason Priestley, Jim Carrey ve daha niceleri… İyi ki varsınız Yekta Kopan.

filmleri orijinal dilinde seyretmeyi tercih etmekle birlikte, sadece Geleceğe Dönüş (ve haksızlık etmeyeyim- Beterböcek çizgi filmi), filmini sizin seslendirdiğiniz dublaj ile seyretmeyi tercih ediyorum. Marty McFly, sesinizle özdeşleşmiş bir karakterdir 80'ler 90'lar gençliği için..

80'lerin sonu 90'ların başında çocuk olmak da güzeldi ve çocukken, henüz hayallerim sonsuzken sesinizin can verdiği heyecanlı, meraklı,yakışıklı(!) genç Marty McFly'a aşıktım tabi :)Siyasi ideolojilerden haberim yoktu, sonra defalarca izlediğimde yakaladıklarımı sevmedim ve çocukluğumdaki gibi kalmasını yeğledim. Sonradan öğrendiğimiz her şey hayallerimizi yıktı tek tek, hayal kuramaz olduk. Son cümlenizdeki dileğinize katılmamak elde değil, “hiç değilse anılarımız sağlam kalsın”
Simge Desen Türk

Küçükken çok hoşunuza giden filmleri yıllar sonra "Aa bu filmi küçükken çok severdim, bir kez daha izleyeyim." diyerek seyreden ve çok büyük hayal kırıklığına uğrayan ben de dahil olmak üzere onlarca insan tanıdım. "Ninja Kaplumbağalar, Robocop, Super Mario, Polis Akademisi" gibi filmler yıllar sonra seyredildiğinde adeta çocukluk hayalleri yıkılmış koskoca bireyler gördük. Fakat "Geleceğe Dönüş" serisi öyle filmlerdi ki, yıllar sonra dahi onlarca kez izlememize karşın bir türlü eskimedi. Bunun gerçekleşmesinde Yekta Kopan'ın çok büyük bir etkisi vardır. Çünkü eminim ki seslendirme o yıllarda orjinal dille izleme şansı olmayan(hatta filmi ancak TV'de çıktığında seyredebilen) küçükten büyüğe birçok insanın film değerlendirmesindeki en önemli kriterdi. Hayatım boyunca izlediğim ve izleyeceğim en iyi film olacağına kesin gözüyle baktığım filmin adının dahi bir yazıda geçmesi beni heyecanlandırmak için yeterliydi. Kaldı ki bu yazıyı kalp atışlarımız tavan yapmış vaziyette okuduk, teşekkürler…

yekta bey sizi yeni keşfettim inşaallah yazılarınızı takip edeceğim güzel paylaşımlar teşekkürler

Geleceğe dönüş filmini defalarca kez izlemiş biri olarak o eski günleri tekrar hatırlattığınız için çok teşekkürler… Hele o uçan araba yok muu… Hayallerimde en çok kullandığım araba…

Filme söylediğiniz açıdan hiç bakmamıştım. Şimdi filmi onca kez izlememe rağmen bi de bu bakış acısıyla izlemeliyim sanırım.

Şunu söylemeden geçersem çatlarım; sizin seslendirmeniz 'bence' diger seslendirmeleri geçtim Marty'nin kendi sesiyle yani M. J. Fox'un sesiyle seslendirilen orijinalinden bile daha güzel. (Belki de ben filmi ilk izlediğimde 6-7 yasında bir çocuk olduğumdan filmden aldığım müthiş keyfi ilk sizin sesinizle yaşayıp sonraki izlediğim Marty'nin başka seslerle seslendirildiği hatta orijinal sesiyle altyazili versiyonlarında bile, bir çocuğun büyüyünce annesinin yemeklerindeki tadı yediği her yemekte araması ve bulamayınca yemeği sevmemesi gibi, bulamadım. Sizin sesinizle olmayan Geleceğe Dönüş, annemin yapmadığı yemek gibi benim için.

Leave a comment