Nick Cave: Öfkeli ve yalnız

21 Ağustos günü yine Nick Cave ile birlikte olacağız. Peki Nick Cave o gece hangi şarkılarını çalacak?

2018’den beri Avrupa turnesi yapmayan Nick Cave, The Bad Seeds ile birlikte İstanbul’da Parkorman sahnesinde olacak. The Bad Seeds’in bu konserdeki kadrosu şöyle: Warren Ellis (keman, tuşlu çalgılar ), Larry Mullins (davul), Martyn P Casey (bas gitar), James Sclavunos (vurmalı çalgılar ve vibrafon), George Vjestica (gitar), Carly Paradis (tuşlu çalgılar), Subrina McCalla (vokal), Janet Ramus (vokal), Travis Cole (vokal)

İKSV’nin 50.yaşında bizlere verdiği muhteşem bir hediye bu. Böyle özel bir gecede İKSV’nin yıllar içinde farklı köşe başlarında buluştuğu Cave ile bir kez daha bir araya gelmesi de ayrıca anlamlı. Gecenin ön grubunun da Black Country New Road olacağını hatırlatayım. Küçük bir not: “Nick Cave & The Bad Seeds Summer 2022” turnesinin bir ayağının İstanbul olması bir konser etkinliği olmasından öte anlamlar taşıyor. Festivallerin iptal edildiği, pandemi sonrası daralmanın etkilerinin sahne emekçilerini sarstığı bir dönemde bu kadar büyük bir operasyona yatırım yapmak hem dik durmak hem de geleceğe pozitif bir pencere açmak anlamına da geliyor.

Son olarak 2017’de dinlemiştim Nick Cave’i. Muhteşem bir Atina gezisi ve şapka uçurtan cinsten bir konserdi. Bu konserden iki yıl önce, yani 2015’te ikiz oğullarından 15 yaşındaki Arthur Cave, Brighton’da kayalıklardan düşerek ölmüştü. Büyük bir yas sürecinin ardından sahnede bir yanı depresif bir yanı öfkeli bir Cave izlemiştik. Özellikle seyirciyle yakın bağ kurma isteği, kendisini seyircinin ve müziğin gücüyle iyileştirme çabası gözden kaçmıyordu.

Acı dinmedi, dinmiyor. Cave’in 31 yaşındaki oğlu Jethro Lazenby, bu yılın Mayıs ayında hayatını kaybetti. Şizofreni teşhisiyle tedavide olan Lazenby, zorlu ve sorunlu bir karakterdi. Ölümünden kısa süre önce annesine saldırmıştı. Üstelik baba-oğulun ilişkisi de mükemmel değildi. Üzücü. Dört oğlundan birini daha kaybetmiş oldu Nick Cave. Henüz 19 yaşındayken bir trafik kazasında babasını kaybeden Cave’in dramı 64 yaşına geldiğinde de devam ediyor.

Hemen söyleyeyim; kimine göre “Karanlıklar Prensi” olabilir. Kimi müziğini fazlasıyla “koyu” bulabilir. Bana müziği öfkeli ve yalnız gelir. Diyeceksiniz ki bütün bunlar muğlak tanımlar. Haklısınız, sıfatlara sığınmamak lazım. Ama Cave’in hem sözlerinde hem de söyleyişinde yekpare bir öfke var bence. Bu çoğu zaman karşı tarafa değil, kendi benliğine yönlendirdiği bir öfke. Şarkılarının çoğunda sadelikten patlamaya, oradan da yeniden dinginliğe giden yolculuk var. Sırtında bir çarmıhla Golgota’da yürüyor gibi söylüyor kimi zaman, kimi zaman da elinde balyozla kale duvarlarını yıkar gibi. Her ikisinde de derdi ortada ve yükü omuzladığını hissettiriyor. Kendisine o kadar “yükleniyor” ki, giderek yalnızlaşıyor sanki. Bütün bu ruh hali bana “öfkeli ve yalnız” bir his veriyor. Ölümle hesaplaşması bitmeyen bir adamın öfkesi ve yaşamı anlamaya çalışan bir ölümlünün yalnızlığı.

En punk hallerinden, en depresif dönemine kadar yaptığı çoğu şeyi sevmişimdir. Hele bir de işin içine The Bad Seeds girince durum bambaşka oluyor tabii. Eski bir handa, uzun bir masanın çevresinde şiir üstüne tartışan bir şairler ordusu gibi geliyor bana The Bad Seeds elemanları. Ya da Nick Cave ile birlikte “olay yerine” yürüyen Peaky Blinders elemanları gibi…

Cave’in İstanbul konserinden önceki durağı Helsinki idi. Flow Festival’de muhteşem bir konsere imza attılar. Muhteşem olduğunu nereden mi biliyorum? Vaynıloğulları ekibimizin “festival-kaçırmaz” üyesi Murat Abbas (DJ Mabbas) olay yerinden bildirdi. Onun uzman görüşünden gelen bu bilgi daha da heyecanlandırdı bizi. Konser gecesi Mabbas, Görgün, Kanat ve ben sahada olacağız.

Peki ekip bu turnede nasıl bir şarkı listesiyle çıkıyor sahneye. Büyük olasılıkla liste şöyle:

Get Ready for Love / There She Goes, My Beautiful World / From Her to Eternity / O Children / Jubilee Street / Bright Horses / I Need You / Waiting for You / Tupelo / Red Right Hand / The Mercy Seat / The Ship Song / Highs Boson Blues / City of Refuge / White Elephant… Ve tam biz bu kadar mı derken bir kere daha sahneye gelip piyanosunun başına geçecek ve Into My Arms diyecek. Sonra da Vortex ve Ghosten Speaks.

Hemen hatırlatayım, liste birebir böyle olmayabilir. Cave’in bu turnede başka şarkılarına da yer vermişliği var. Carnage, Mermaids, Jack the Ripper, Rings of Saturn gibi… Hatta Fransa’da Lyon’da Henry Lee bile çalmış ekip. Ben bu şarkının İstanbul konserinde de geleceğini düşünüyorum. Bakalım, göreceğiz.

Güzel bir ağustos akşamında kendimizi müziğe verip, hüzünlere dalacağız. Ama öyle boyun eğen cinsten değil. Öfkeli, baş kaldıran bir hüzün bu…

Comments (1)

Nick Cave’in The Red Hand Files blogu sarkilarindaki ofkeden farkli olarak bana sakin, dingin ve bilgece geliyor. Yalnizlik ve yalnizligin getirdigi odaklanma sayesinde bu derece sakin ve bilgece yazabiliyor diye dusunuyorum. Yasadigi acilar ve ofke de son asamada bu bilgelige donusuyor olabilir.

Red Hand Files Nick Cave’in ofkeli olmayan, bas kaldirmayan, bilgece kabullenen, dikkatle gozleyen ve anlatan diger yuzu olarak gorunuyor bana.

Leave a comment