İKSV
ekibinin ve Salon tayfasının, editörümüz Emrah Kolukısa ile müthiş uyumlu
çalışması sayesinde Cumartesi programında bu hafta, New York’tan gelen bir caz
dörtlüsünü ağırladık: Mostly Other People Do The Killing.
Tam
anlamıyla ayaklarının tozuyla geldiler programa. Hızlı bir ses provasından
sonra da canlı yayında bir parçalarını seslendirdiler.
anlamıyla ayaklarının tozuyla geldiler programa. Hızlı bir ses provasından
sonra da canlı yayında bir parçalarını seslendirdiler.
Açıkçası
daha önce dinlemediğim, adını duymadığım bir grup. Kökleri Bebop’a dayanan,
saldırgan bir caz yapıyorlar. Enstrümanların bir arada konuşmak istemediği,
cümlelerin üst üste bindiği, dağınıklık ve tedirginlik hislerini tekrar eden,
sabırsız bir müzik. İkinci Dünya Savaşı sonrasının anlamsız dünyasına saldırı
nefeslerinin, günümüz cangılındaki tekrarı gibi. Melodinin çoktan mezara
konulduğu, bu da yetmezmiş gibi armoninin de parçalarına ayrılarak
“anlam” denilen şeyin yeniden tanımlanmaya çalışıldığı bir haykırış.
daha önce dinlemediğim, adını duymadığım bir grup. Kökleri Bebop’a dayanan,
saldırgan bir caz yapıyorlar. Enstrümanların bir arada konuşmak istemediği,
cümlelerin üst üste bindiği, dağınıklık ve tedirginlik hislerini tekrar eden,
sabırsız bir müzik. İkinci Dünya Savaşı sonrasının anlamsız dünyasına saldırı
nefeslerinin, günümüz cangılındaki tekrarı gibi. Melodinin çoktan mezara
konulduğu, bu da yetmezmiş gibi armoninin de parçalarına ayrılarak
“anlam” denilen şeyin yeniden tanımlanmaya çalışıldığı bir haykırış.
Beni fazlaca
içine çeken bir müzik değildir bu. “Biz aramızda tartışıyoruz, kulağınızın
algılayabildiği cümlelerden anlamı bulmaya çalışın,” ukalalığını pek
sevmem. Bir noktadan sonra oluşan kakafoni, aslında günümüz Türkiye’sinin
tartışma bilmez halleri gibidir. Herkes bilgilidir, herkes kibirlidir ama
kimsenin bir diğerini dinlemeye isteği yoktur.
içine çeken bir müzik değildir bu. “Biz aramızda tartışıyoruz, kulağınızın
algılayabildiği cümlelerden anlamı bulmaya çalışın,” ukalalığını pek
sevmem. Bir noktadan sonra oluşan kakafoni, aslında günümüz Türkiye’sinin
tartışma bilmez halleri gibidir. Herkes bilgilidir, herkes kibirlidir ama
kimsenin bir diğerini dinlemeye isteği yoktur.
Grubun
performansı sırasında stajyerimiz Dilan “Cumartesi kafası diye bir şey
varsa, işte bu müzik tam da onu anlatıyor,” dedi. Sonra çok düşündüm bu
yargıyı. Yapmaya çalıştığımız programın çoksesli ve dağınık bir ruh hâli mi
var, yoksa programın hazırlanma aşamasında masanın başından kakafonik bir ses
mi çıkıyor? Her ikisi de olabilir. Burada beni ilgilendiren, bu “konuşma
kargaşasının” genç zihinlerin ilgisini çekiyor olması. Bir kısım genç
Dünyanın şu anını anlamlandırmak için New Age fikirlerin peşinden koşarken, bir
kısmı da cevapları kakafonide bulmak istiyor. “Anlam”ın gerçekten sığ
suda boğulduğu an bu.
performansı sırasında stajyerimiz Dilan “Cumartesi kafası diye bir şey
varsa, işte bu müzik tam da onu anlatıyor,” dedi. Sonra çok düşündüm bu
yargıyı. Yapmaya çalıştığımız programın çoksesli ve dağınık bir ruh hâli mi
var, yoksa programın hazırlanma aşamasında masanın başından kakafonik bir ses
mi çıkıyor? Her ikisi de olabilir. Burada beni ilgilendiren, bu “konuşma
kargaşasının” genç zihinlerin ilgisini çekiyor olması. Bir kısım genç
Dünyanın şu anını anlamlandırmak için New Age fikirlerin peşinden koşarken, bir
kısmı da cevapları kakafonide bulmak istiyor. “Anlam”ın gerçekten sığ
suda boğulduğu an bu.
Grubun adını
çok sevdik. Öldürme işini genelde başkaları yapıyor sahiden. Bütün o ses
karmaşasını dinlerken aklımda Zero Dark Thirty filminden bir sahne vardı. Genç
ve güzel CIA ajanı Maya ilk sorgulamasında kararlılıkla işkence yaptırır
tutukluya. Bir baş hareketiyle tokat attırır. Uğradığı saldırılar karşısında
kırılganlaşmış, güzel ama korumasız bir kadındır Jessica Chastain‘in yüzünde
hayat bulan Amerika. Sanki bu seçimin amacı, izleyiciye “Ah Özgürlük Heykeli, ne çok çektirdi bu dünya sana,” dedirtmektir. Amerika’nın bu yeni temsili elini kana bulamaz. İşkenceyi genelde başkaları yapar, tıpkı
öldürme işinde olduğu gibi.
çok sevdik. Öldürme işini genelde başkaları yapıyor sahiden. Bütün o ses
karmaşasını dinlerken aklımda Zero Dark Thirty filminden bir sahne vardı. Genç
ve güzel CIA ajanı Maya ilk sorgulamasında kararlılıkla işkence yaptırır
tutukluya. Bir baş hareketiyle tokat attırır. Uğradığı saldırılar karşısında
kırılganlaşmış, güzel ama korumasız bir kadındır Jessica Chastain‘in yüzünde
hayat bulan Amerika. Sanki bu seçimin amacı, izleyiciye “Ah Özgürlük Heykeli, ne çok çektirdi bu dünya sana,” dedirtmektir. Amerika’nın bu yeni temsili elini kana bulamaz. İşkenceyi genelde başkaları yapar, tıpkı
öldürme işinde olduğu gibi.