Ortaçgil 50: Masumiyetimizin mühürlendiği gece

40 yıl konserine başlarken şöyle demiş Bülent Ortaçgil: “Böyle bir gece için iki ihtimal var, ya duygusallaşacağız ya da felekten bir gece çalacağız. Ben ikincisini tercih ediyorum.” O konseri, yani 40.yıl konserini Fil Uçuşu’nda yazmışım. 2010 yılında. Dileyen o yazıya ve o konserde sahnede kimler olduğuna, neler yaşandığına buradan göz atabilir.

Zaman akıp gitti. O konserden bu yana geçen 12 yılda öyle çok şey oldu ki; ne yazık ki çoğu da üzüntü hanemize yazdığımız şeyler. Hayatımızın muhasebe defterinde hep sol sayfalar mürekkep lekesi. Ne yaşarsak yaşayalım yanımızda olan şarkılar değişmedi ama. O şarkıların arasında mutlaka bir Ortaçgil şarkısı da vardı.

Ve geldik 50.yıla… Aslında tam anlamıyla elli buçuk.

25 Haziran Cumartesi gecesi Harbiye’deydik, Açık Hava Tiyatrosu’ndaydık 50.yıl konseri için. Üstelik konserin benim için başka bir anlamı da vardı. Neredeyse 50 yıllık dostum Levent Gönenç ile birlikte izledik konseri. Hesapladık, bizim de 48 yıl olmuş dostluğumuz. Levent ve Nur, konser için Ankara’dan geldiler. Burcu’yla ben sevgiyle kucakladık uzun zamandır görmediğimiz dostlarımızı. Levent’i yaklaşık beş yıldır görmüyordum. Üstelik bu süre içinde ömrümüzün en güzel üretimlerinden biri olan Sarmaşık’a birlikte imza atmıştık. (Sarmaşık’ın öyküsünü okumak isteyenleri de bu yazıya davet ederim)

Ergenliğimiz, gençliğimiz birlikte Ortaçgil şarkıları çalmakla geçti. Çalmak derken, önce oturur şarkının akorlarını “kulaktan” çıkarmaya çalışırdık. Bu arada Ortaçgil’in usta işi geçiş akorları kulağımızdan kaçıyordu elbette. Ben “olduğu kadar” çalmakla yetinirdim ama Levent inatçıydı. Orijinaline en yakın hale gelene kadar çalışırdı. Kediler’i gerçeğine yakın bir şekilde çaldığı günü hiç unutmam. Gıpta ederek dinlemiştim. Zaten üretimlerimizde ben hep aceleci oldum, Levent ise mükemmeliyetçi.

Ortaçgil şarkıları masumiyetimizdi. Ankara’daki evlerde, kırık dökük gitarlarımızla geçirdiğimiz saatlerdi. Aşık olma ihtimaliydi. Dünyayı şiirle anlayabilme cesaretiydi. Ve Açık Hava Tiyatrosu’ndaki konser, 48 yıllık dostluğun notalara dökülmüş bir özetiydi bizim için.

Ortaçgil’in en çok güldüğü, neşesinin en yüksek seviyede olduğu, gitarını kah oturarak kah bir rock yıldızı gibi ayakta çaldığı, sahneye çağırdığı dostlarıyla hepimizi iyileştirdiği bir gece oldu. Kimler yoktu ki… Erkan Oğur, Cem Aksel, Erdal Akyol, Baki Duyarlar, Akın Eldes, Gürol Ağırbaş, Serdar Ateşer… Tuna Kiremitçi, Hüsnü Arkan, Nejat Yavaşoğulları, Teoman, Jehan Barbur, Grup Gündoğarken, Birsen Tezer, Aylin Aslım, Redd, Ceylan Ertem, Boğaziçi Caz Korosu, Zuhal Olcay, Hayko Cepkin, Harun Tekin… Gece Suna Abla şarkısıyla ve Suna Abla’nın oğlu Ahmet Güvenç‘in selamıyla başladığında anlamıştık nasıl bir sofraya oturduğumuzu; dostlar sofrası.

Sahneye gelen dostların Ortaçgil hakkındaki sözleri, anıları, şakaları, övgüleri hepimizin duygularına tercüman oluyordu. Nejat Yavaşoğulları ile ilk kez birlikte çalıyor olmasını konuşurken bir anda Yavaşoğulları’nın Ortaçgil’in ev projesini çizen mimar olduğunu öğrendik örneğin. Redd sahneye geldiğinde Ortaçgil’in de ayağa kalkmasıyla sahnede CSN&Y benzeri bir rock-band oluşuverdi. Ortaçgil’in öğrencisi olan Hayko Cepkin’in haylazlıkları hepimizi güldürdü. Harun Tekin’in ustanın gitaristliği hakkında söyledikleri ve Mor ve Ötesi’ne “Sonunda Oxford’dan İstiklal’e indiniz” uzun süre alkışlandı. Jehan Barbur’un “Verdiğiniz hayat için teşekkür ederim,” sözleriyse Açık Hava’yı dolduran 5000’den fazla seyirci tarafından imzalandı.

Kim hangi şarkıyı nasıl söyledi, performanslar nasıldı konusuna girmeyeceğim. Çünkü gece bir performans değil, dostluk ve saygı yarışıyla geçti. Yine de Aylin Aslım, Ceylan Ertem, Jehan Barbur, Zuhal Olcay ve Birsen Tezer yorumlarının özellikle altını çizmek isterim.

Gecenin sonunda bütün sanatçılarla birlikte Çiğdem ve Ege Ortaçgil de sahnedeydi. Sarılarak, gülerek, ömürlük bir neşeyle “Benimle Oynar mısın?” söylediler. Biz de eşlik ettik nefesimiz yettiğince. Bu şarkıdan sonra perdenin kapanmasına izin vermedik. Tekrar çağırdık büyük ustayı sahneye…

Konser sonrası kulisin eğlencesi içinde Ortaçgil’i tebrik etme fırsatı da bulduk. O anda büyük ustaya “Bülent Abi” diyebilmiş olmak, hayatımın gurur anlarından biridir.

Gece bitti. Açık Hava’nın büyüsünden kopup şehrin karmaşasına doğru yürürken Levent’le birbirimize baktık. Ortaçgil’in 50.yıl konseri masumiyetimizin mühürlendiği gece olarak hafızamızdaki yerini almıştı bile.

Bülent Ortaçgil, Burcu ve ben…

Yorumlar (1)

İçimi sıcacık yapan dostluğunuzla, unutulmaz bir konserle taçlanan İstanbul gezimiz bitti derken, meğer bitmemiş… Noktayı bu yazın koydu. Teşekkür ederim. İçi boşaltılmış bir çok şey gibi “sıradan”laştırıldı biliyorum, ama şöyle yüreğimin taaa derininden gelerek söylemekten kendimi alamıyorum:İyi ki varsınız.

bir yorum bırakın