Peri Gazozu: Hepimiz oturduk bu sofraya…

Uzun, şekerli ve kendinden emin cümlelerle övmek yerine, kitabın bir sayfasından bir paragraf aktarmak yeterli olacak aslında. Rastgele seçilmiş bir sayfadan, göze ilk çarpan paragraf. Çünkü zaten, bütün sayfaları, bütün satırları göze, zihne, yüreğe çarpan bir kitap. Okurla kurduğu ilişkinin sıcaklığını da bu çarpma etkisinde bulmak mümkün. Hafızasının, “şimdiki zaman” vicdanıyla konuşmasına izin vermiş bir yazar var karşımızda: Ercan Kesal.

Vicdan… Telaffuzu zor, melodisi sancılı bu kelime, uzun zamandır bu coğrafyanın ötesinde bir yerde yaşıyor. Yanlış anlaşılmasın, yaşadığımız topraklar klişesi değil söylediğim, insanlık coğrafyasının ötesinde artık vicdan. İşte Kesal’ın anıları, “bir zamanlar” duygusallığının “şimdiki zaman” kipiyle tartışılabileceğini, sorgulanabileceğini ve bir “anlama cetveli” olarak kullanılabileceğini gösteriyor bize. Kesal, anılarının vicdanıyla, bu günü anlayabilmenin derdine düşüyor ve daha ilk anlatıdan itibaren okurunun da bu derdin paydaşı olmasını sağlıyor.

Çıkan söyleşileri okuyorum. Ne zordur yazarın kitabını “yeniden” ifade etmek zorunda bırakılması. Hele bir de “Ne kadarı gerçek, ne kadarı kurmaca?” sorusu üstünden. Aslında hissedersiniz, sorulmak istenen, “Bunları uydurdunuz mu?” sorusudur. Gerçeklik beklentisi ile sorulur bu soru. İstenir ki gerçek vursun yerden yere, akan kanın sıcaklığı hissedilsin. Ercan Kesal zaten bu yazdıklarının anıları olduğunu söylüyor ama inanın, “Hepsini uydurdum,” deseydi de, aynı derecede acıtırdı açılan yara.

Belleğin içinde yolculuk yapabilmek, gerçekle kurmacanın birbirine karıştığı o zeminde, ayakta durabilme cesareti gerektiriyor. Ercan Kesal, kendi ayakta durduğu yetmezmiş gibi, okurunun da koluna giriyor, onun da ağırlığını yükleniyor.

Ercan Kesal’ı yakından tanımış olanlar, hele bir de onun sohbetli bir masasına denk düşmüş olanlar “Peri Gazozu” ile farklı bir ilişki kuracaklardır. Aman bunu duyunca, şu ana kadar o masaya oturamamış olanlar üzülmesin. Kesal, bu kitabıyla herkesi o sofraya oturttu bir kere. Bir sonraki kitabında artık hepimiz aynı masadayız.

Üstelik masaya gelen gazozlara bakıp “Çeşme suyunu gazoz diye satıyorsun,” bize dediğimizde, hep birlikte gülecek kadar da samimiyiz.

 

Yorumlar (3)

Don Kişot'tan 408 yıl sonra, günümüzde şu "yaşamsal gerçeklik" "yazınsal gerçeklik" konusunun iyi okurlarda bile (hatta kimi yazarlarda da) kafa karışıklığı yarattığına inanmak istemiyorum ama… gerçeğimiz de bu. konuyu gündeme getirdiğin için çok teşekkür ederim, sevgili yekta kopan. (nalan barbarosoğlu)

Sabit fikir dergisi agustos sayısı sayesinde listeye aldığım bir kitap, ilk firsatta okumak istiyorum.

bir yorum bırakın