Salyangozlar, Sandalyeler, Bulutlar

Deniz Karanfil ödüllü bir şair.

Öykü kitabı Salyangozlar, Sandalyeler, Bulutlar yeni çıktı.

Kitap Can Yayınları tarafından yayımlandı.

Kitabı geçen hafta okudum. Bulut, Sinek Esma’nın Cenaze Merasimi, Küçük Bir Ölüm, Salyangoz ilk okuyuşta zihnime nüfuz eden öyküler oldu. Dört öykünün adını andım diye öyküleri yarıştırıyorum sanılmasın. Kitabı severek okudum.

Tam bir dil işçisi Deniz Karanfil. Görkemli bir düğünün orta yerine kurulup içinde pilav pişirilecek bakır kazanı yapan usta geliyor aklıma okurken. “Çırağım falan yoktur, tek başına döverim ben kazanı,” diyen usta. “Normal deselerdi bir haftada yapardım kazanı ama düğün dediler bir kere, ona ayrı bir ruh katmak lazım, ondandır iki hafta demem,” diyen usta.

Deniz Karanfil döve döve başka bir ruh veriyor kelimelere. Açıkçası bazen kendi dil labirentinde kayboluyor ama oradan hemen çıkmayı, çıktığında yeni bir yol göstermeyi de biliyor. İyi bir yerden geliyor, iyi bir yere gidiyor.

Kitabı okurken notlar aldım, kısa bir yazı yazarım diye düşündüm. Ama  yazar/kültür-sanat gazetecisi Anıl Mert Özsoy‘un twitter mesajını görünce kafamdaki yazı uçtu gitti. Deniz Karanfil’in kitabını çok beğenmiş Anıl Mert Özsoy. Ve şöyle yazmış:

“Can Yayınları’nın alışılagelmiş öykü anlayışını kıran, çok kuvvetli bir ilk kitap. Dildeki emek ve dert edindiği konular ile mest olduğum bir kitap oldu. Deniz Karanfil’den Salyangozlar, Sandalyeler, Bulutlar.

Kıymetinin bilinmesi dileğiyle.”

Buradaki Can Yayınları’nın alışılagelmiş öykü anlayışı vurgusuna takıldım. Tam olarak ne kast ediyordu Anıl Mert Özsoy? Genç bir öykücünün zihininde bir yayınevinin edisyonu nasıl şekil buluyordu? Bir çırpıda dört-beş “benzemez” isim sayabileceğim Can Yayınları öykü kitapları listesinde, hangi alışılagelmiş öykü anlayışını buluyordu? Bu anlayışı tanımlamak için “olay öyküsü/durum öyküsü/şiirsel öykü” gibi tanımlamalara mı başvurmak gerekiyordu? Genç bir öykü düşüncesinin, tam da bu tanımlardan uzaklaşması, tanımlar alanına sıkışmaması iyi olmaz mıydı? Genç yazarların, kendilerinden önceki nesillerin eleştirmenlerinden/bilirkişilerinden/yazarlarından miras aldığı tanımlardan kurtulmasının zamanı gelmemiş miydi?

Anıl Mert Özsoy’u tanıyorum. Bu soruları kendisine sorduğumda enfes bir cevap vereceğine eminim. Soruları buraya serpme nedenim belli; hem kendime hem de okuyanlara biraz zihin alıştırması yaptırmak.

Tanımlamalardan, sınıflamalardan, sınıflandırmalardan, dosyalamalardan, çekmecelere tıkmaktan uzak bir dil geliştirmek mümkün mü?

Çünkü bence Deniz Karanfil’in ilk öykü kitabı Salyangozlar, Sandalyeler, Bulutlar bu yalınlıkta bir zihin tarafından okunmayı hakediyor.

Leave a comment