Değerli okurlar; Uzun süredir üstünde çalıştığım polisiye romanı ne yazık ki tamamlayamadım. Öncelikle bu kitabın beklentisi içine girmiş okurlardan özür dilerim. Ayrıca bir özür de, durmadan kitabımın gelip gelmediğin soran okurların yoğun baskısından rahatsız olan kitabevi sahibi dostlarıma. Bekletip bekletip, sonra da yazamadım demek yakışıksız bir davranış biliyorum ama samimiyetime güveniniz ki, haklı nedenlerim vardı. Her şeyden önce, polisiye-sever kesimin pek merak etmediği, ancak bir diğer kesimin diğer kitapçı dostlarıma sormaktan bıkmadığı öykü kitabımla uğraşıyordum. Ama polisiyemin yazılamama nedeni…
altzine
1. “Sonsuzluk yolunda nasıl böylesine kolayca ilerlediğine hayret eden birisi vardı; gerçekte hızla bayır aşağı yuvarlanıyordu,” diyor Kafka. Yatağımdan sadece vücudumu ayırabildiğim şu anda, bundan başka bir şey düşünemiyorum. Dün akşam göğüslerinde sonsuz huzuru bulacağımı sandığım bu kızın adı neydi? Kendimi bir kez daha aldatabilmiş olmanın verdiği gururla merhaba diyorum güne. Coşkuyla aldat, aldatmadaki gurur yok sevgide. İçedönüşün öyküsü. Yağmur, sokakları ıslattıkça yerinde durmak istemeyen bir taş olduğumu anlıyorum. Sigara dumanı, yağmurun yoğunluğunda göğe doğru yol almak için kaçış noktaları…
Derya Erkenci yeni bir kitap yazıyor. Bu cümle eminim, Erkenci’nin Hayalet Gemi‘deki, altzine.net’deki yazılarını ve önceki kitaplarını okuyanları heyecanlandırmıştır. 2002 tarihli “Aptalın Seyir Defteri” ve 2003 tarihli “Nişan Fotoğrafları” kitaplarını okuyanlar, onun özel dilini, detaylar üstünden bütüne götüren kurgusunu, çocukluğu-gençliği 80’lerde geçmiş bir kuşağın dünyasını yansıtış tarzını, kaleminin ucundaki kamerasını özlemişlerdir. Kalem-kamera benzetmesi boşuna değil; Sinema-TV eğitimi gören, haber kameramanlığından uzun metrajlara objektif arkasına geçen, şaşırtıcı kısa filmlere imza atan, video sanat işleriyle zihin tokatlayan bir isim Derya Erkenci….
Bu kadar geç saatlerde çalışmanı sevmiyorum. Biliyorum yine aynı şeyi söyleyeceksin: “Ancak gecenin sessizliğinde, ruhumun dinginleştiği o karmaşık ve yalnız anlarda çalışabiliyorum.” Ne yapalım sen böylesin… Ama kızmazsan bana şaşırtıcı gelen bir gerçeği itiraf etmek zorundayım: Nasıl oluyor da her gece yazacak bir şeyler bulabiliyorsun? Yoo, yoo şöyle demeliyim: Ne yazıyorsun? Benim için birer damlaya karşılık gelen sözler, sende nasıl bir şelaleye dönüşüyor? Sözlerin dünyasında öylesine fazlasın ki, ben bu küçük dünyamda biraz daha azalıyorum. *** Belki benim de…
Aylin Aslım iyi müzisyendir; bilinen bir cümlenin tekrarı oldu bu. Şöyle diyelim o zaman; Aylin Aslım, pozitif ayrımcılık beklentisine sığınmadan, erkek egemen dili kendi oyunlarıyla mat edebilen iyi bir müzik satranççısıdır. Müziğinde her zaman yenilik aramamızı beklemez, sözleriyle bilinenin tokadını atabileceğinden emindir çünkü. Aylin Aslım’ın kişisel tarihimdeki yeri şarkılarıyla sınırlı değil. Onu ne zaman dinlesem, yıllar öncesinden bir anı geliyor aklıma… 1997 yılının son günleri. Murat Daltaban, İstanbul Tiyatro Festivali için bir oyun hazırlıyor: 80060. Özen Yula tarafından yazılan oyunda…
Önce adını yazmak geldi içimden. Seslerin, sözlerin dünyasında yolumu kaybettiğim gecelerden birinde, seninle üstüne uzun uzun konuştuğumuz bir yazının başına oturmuştum. Giriş cümlesi, karakterlerin yapıları, kurgu, altmetinler kafamdaydı. Önce kendime güzel bir yemek hazırladım. Gülme lütfen, patates kızartması da pekâlâ güzel bir yemek olabilir. Ev kızartma kokmasın diye pencereyi açtım, soğuk rüzgarların canımı yakmasına izin verdim. Patatesleri bir torbaya koyup, çöpe attım. Sonra, kahve yaptım. Bütün bunları yaparken elimden geldiğince ağır davranıyordum. Yazacaklarımı içselleştirmek sonra da kendimden çıkıp bütün o…
. . . 1.NOKTA Üç nokta (…) İmlâ Kılavuzu – Türk Dil Kurumu Yayınları:525, Ankara, 1996 1. Tamamlanmamış cümlelerin sonuna konur. 2. Kaba sayıldığı için veya başka bir sebepten ötürü açıklanmak istenmeyen kelime ve bölümlerin yerine konur. 3. Alıntılarda; başta, ortada ve sonda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine konur. 4. Sözün bir yerde kesilerek geri kalan bölümünün okuyucunun muhayyilesine bırakıldığını göstermek veya ifadeye güç katmak için konur. 5. Ünlem ve seslenmelerde anlamı pekiştirmek için konur. 6. Karşılıklı konuşmalarda, yeterli olmayan,…
Haruki Murakami ile tanıştığım günü çalışma defterlerimden birine not etmişim: 13 Kasım 2001. O gün okurluk yolculuğumda adını sıklıkla anmaktan zevk aldığım dostum, Semih Aközlü, altZine’de yayınlamamız için bir çeviri yollamış. “Norwegian Wood” romanının 6-7 sayfalık bir bölümü, Semih’in heyecan dolu notuyla gelmiş: “Bu adamı mutlaka okumalısın!” Çeviriyi altZine’in Ocak 2002 güncellemesinde yayınlamıştık. O tarihten önce Türkçede herhangi bir Murakami çevirisi yayınlandı mı bilmiyorum, zaten amacım “en önce biz yaptık” saçmalıklarına girmek değil. Beni ilgilendiren kişisel tarihimin okuma durakları; o…
Kesekağıdı yapmayı dedemden öğrendim. Gençliğinde geçirdiği bir kaza yüzünden iki ayağı da sakat kalmıştı; çift bastonla yürürdü. Gazetede yazardı. Ancak üç çocuğunu okutabilmek için ömrü boyunca ek işler yapmış; muhasebe kayıtları tutmak, özel ders vermek… Geceleri de okunmuş gazetelerden kesekağıdı yaparmış. İlkokuldayken seslendirme yapardım ancak buradan gelen para evin bütçesine katılırdı. İstediğim kitapları-dergileri alabilmek ise harçlığımın başarabileceği bir şey değildi. Tutkal yapmayı, gazeteyi firesiz katlayıp kesekağıdı yapmayı dedemden öğrendim. “Yaparken değil ama gazetelerdeki eskimiş haberleri okurken çok zaman kaybedeceksin,” demişti….