Dikmen Gürün’ün “Tiyatro Benim Hayatım – Yıldız Kenter’in Hayat Hikayesi” kitabı için söylenecek çok şey var. Ama öncelikle Gürün’ün seçtiği anlatım yöntemini alkışlamak gerekiyor. Biyografik bir metinde, anlatılan kişiyle yazarın arasındaki mesafenin ayarı çok önemli. Gürün bu dengeyi öylesine incelikle kurmuş ki, ‘kuru’ bir hayranlık ya da övgü metni yazmamış, Yıldız Kenter öznesi üstünden bir tarih okuması gerçekleştirmiş. Cumhuriyet tarihinin bir kadın, bir sanatçı, bir tiyatrocu ve onu çevreleyen dünyayla paralel okumasını yapmak zihin açıcı. Okuduğumuz her sahne, her bilgi,…
Doğan Hızlan
Kitapla aşkını çocukluğunun “Gezici Kütüphane” otobüslerinde derinleştirmiş bir okurun, aklının bir köşesinde her daim bu soruyla yaşaması normal. aslında soru biraz daha can acıtıcı. Biz kütüphaneleri neden sevmeyiz? Geçenlerde bir toplantı sonrasında Cevat Çapan, Gönül Çapan, Nursel Duruel ve Doğan Hızlan ile sohbet ederken söz döndü dolaştı, Bursa Nilüfer Belediyesi’nin kültür sanat çalışmalarına ve özellikle de kütüphanelerine geldi. Gece boyunca, böylesi derya deniz isimler in yanında elbette daha çok dinleyici olan ben, söz kütüphanelere gelince bir heves konuşmaya başladım. Kütüphanecilik…
Murat Yalçın, çoğaltmalara değil azaltmalara değer veren bir yazar. Kalabalığın gürültüsünü fona çekip, bireyin sesini metninin merkezine oturtuyor. Bunu yaparken, klişe tabiriyle mercek altına yatırmıyor o sesi; ya da bir mikroskop incelemesi için lam ile lamelin arasına sıkıştırmıyor. Olabildiğince serbest bırakıyor. Anlatısını sesi özgürleştirerek salıyor gökyüzüne. Dilin içinde ilerletiyor düşüncesini; dilsel özeninin çizdiği rotayla buluyor zihin labirentinden çıkış yolunu. Hoş, o labirentten çıkmak –ve kendisiyle birlikte okurun çıkmasını sağlamak- gibi bir derdi de yok. Yeni öykü kitabı Karga Zarif de…
• İKSV’de yapılan Doğan Hızlan’la Edebiyat Sohbetleri’nden bir fotoğraf geçti elime, sağ olsun izleyicilerden biri çekip kendi blog’una koymuş. Fotoğrafa bakarken 1950 kuşağı yazarlarının, hala süren etkilerini düşündüm. Oradan da kafam II.Dünya Savaşı sonrası sanatta yaşananlara gitti. Mimaride, resimde, sahne sanatlarında yaşanan büyük değişimler. Edebiyatta çok yönlü bir karşılığı var savaş sonrası atmosferinin. Edebiyat tarihi üstüne yapılan incelemeleri okumayı seviyorum. Özellikle de siyasi atlasla üst üste bindirilenlerini. • 2010’da dinlediğim albümlerden bir liste koydum Fil Uçuşu’na. Listenin başına da, “Türkçe-Caz-Klasik”…
• 13 Aralık, Oğuz Atay’ın ölüm yıldönümü. “Tutunamayanlar”ı bir kez daha okumaya karar verdim. Bu kaçıncı okuma olacak, bilmiyorum. Bu kez bir metot dahilinde okuyacağım; diğer okuduklarımın yanda, günde on sayfa. “Okumalıyım, bilmeliyim, okumalıyım. İşin içine girmeliyim; kendime acı vermek pahasına.” • Afyon’a gidişimin yol kısmı, Hollywood yapımı-büyük bütçeli bir felaket filmi gibiydi. İnanılmaz bir kar yağışı, hatta fırtınası. 1-2 metre ile sınırlı görüş mesafesi. Rüzgârla keskinleşen soğuk hava. Yan yatmış, ters dönmüş arabalar, kamyonlar ve tırların arasında belirginliğini kaybetmiş…