Bugün Erdal Öz’ün doğum günü. Ne tuhaf… Çok olmuş aramızdan ayrılalı. O haberi aldığım günü, uğurlamamızı bütün ayrıntılarıyla hatırlamak canımı acıtıyor. Erdal Abi’den iki yıl sonra da babamla vedalamıştım. Böyle böyle büyüyor insan. Böyle böyle ölüyor. Dert kazıyacak değilim. Erdal Abi’yi hoşluklarla anıyorum yıllardır. Çoğunlukla gülerek. Onun gibi fıkra anlatmayı beceremiyorum ama gülecek bir anı bulup çıkarıyorum. Fıkralara pek gülmem zaten, bunu Erdal Abi de bilirdi. Son zamanlarda günlüklerini, mektuplaşmalarını okuyorum Erdal Abi’nin. Okuyoruz. (Yeri gelmişken henüz okumamış olanlara da…
Erdal Öz
Erdal Abi, Tanıştığımız günü çok net hatırlıyorum. Seni ilk gördüğüm gün demiyorum ama, tanıştığımız gün diyorum. Hani elinde şipşak bir fotoğraf makinasıyla odaya dalıp “Bak bana bakayım,” dediğin o gün. Tuhaftır, yüzümdeki şaşkın ifadeyi yakalamak için söylediğin o söz, bizim abi-kardeş ilişkimizi anlatan söz gibiydi. Aramızdan ayrıldığın 2006 yılına kadar ben hep “baktım” sana. Baktım ve görmeye, anlamaya çalıştım. Yazdıklarını tanışmamızdan önce okumuştum. Öykülerinin sokak aralarında uzun yürüyüşler yapmış, Gülünün Solduğu Akşam ile dik durmanın tanımını yazmıştım. Konuşmuştuk bunları zaten….
Sanatın, edebiyatın insan ayıklayan bir yanı da var sanki. Erdal Öz’e ait bir cümle bu. 15 Eylül 1956’da yazmış. Günlüğüne. 21 yaşındayken. Sanata ilgisiz kişilerin dostluklarını da sevmiyorum, diye başlamış o tarihteki notlarına. Çok düşünmüşümdür bunu. Benzer bir bakış açım var dostluklarımda. Sanata ilgisiz insanlarla sohbetlerimde, dostluklarımda bir tıkanıklık olur her daim. Sıkılırım. Bir noktadan sonra ben de sıkıcı bir adam dönüşürüm. Bir tiyatro oyununa, el yapımı bir bibloya, oynak bir türküye, başucu kitabı olmuş bir romana, sokak ressamının boyadığı…
Sözlük, daha önceki maddesinde Orhan Duru’nun Ernesto öyküsünü ele almıştı. Aşağıdaki madde, bu öyküye bir cevap olması açısından ve 1950 kuşağı öykücülerin ruhunu anlatması bakımından ilginç ve edebiyatımızın önemli bir deneyi-deneyimi. (bkz: Sözlük.32) ERNESTO: Orhan Duru’nun “Ernesto” isimli öyküsünün yayımlanmasından üç ay sonra, 5 Eylül 1970’de, yine Cumhuriyet gazetesinde Erdal Öz’ün bir öyküsü yayımlanır; cümle tamamlaması, saygı duruşu, süreklilik, edebiyatın paylaşım alanında çoğalma/çoğaltma… Önce Ernesto Che Guevera’nın işbirlikçi Bolivya ordusu askerleri tarafından ayaklarından yaralanarak yakalanışını, savunmasız bedeninin makineli tüfekle taranmasını, cesedinin…
• 6 Mayıs Cuma akşamı, uzun aradan sonra gerçekleşti Ubor Metenga Oturumu. Özlemişiz. Ayfer konuşurken dönüp şöyle bir baktım. Bu sohbetlerin kişisel tarihimdeki yerini düşündüm. Sadece radyoda ya da böyle dinleyici/izleyici karşısında yaptıklarımızı değil, bütün edebiyat sohbetlerimizi. Ayfer ve Murat’la sohbet benzersizdir. Bu oturumun farkı Erdal Öz konuşuyor olmamızdı. Hepimizin zihninde türlü görüntüler, kaptırdık gitti. Erdal Abiyle yaptığımız bütün o yolculukları, sohbetlerimizi, içtiğimiz rakıları düşündüm. Çanakkale’de güneş doğurup, Kapadokya’da güneş batırdığımız anlar. Oturumun sonunda kendimi tutamadım, bir de Erdal Abi…
“Özlem bitiyor!” diye başlayacağım söze. Ama bu sözü kendi cephemden kullanıyorum. Çünkü Ubor Metenga Buluşmaları’nı öncelikle ben özledim, biz özledik. Aslında Murat Gülsoy’la sıklıkla edebiyat üstüne, kitaplar üstüne konuşma fırsatımız oluyordu ama Ayfer Tunç, bir süredir yurt dışındaydı. Onun sohbetlerini ne kadar özlediğimi anlatamam. Dolayısıyla “Özlem bitiyor,” bir kalıp olmaktan öte anlam taşıyor bu kez. Can Yayınları’nın basın bültenini okuyunca keyfim yerine geldi. İlkini 6 Mayıs günü Erdal Öz‘ün Kendi Evinde öyküsünü konuşarak gerçekleştireceğimiz etkinlikler için diyor ki bültende “Ekibin ayrılmaz…
O OSMAN DEDE: Kırşehirli subay emeklisi Osman Dede. Beyaz entarisiyle küçük odasında gün geçiren, namazını aksatmayan, okumaya-yazmaya düşkün, kedilere tutkun Osman Dede. Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden, şapka devriminin ateşli savunucusu, kızlarının aydın babası Osman Dede. Günün birinde, bir kitap almaya yolladığı torunu, kazların saldırısına uğrayıp, dedesine öfkeyle çıkışınca, yıllar sonra ortaya çıkacak günlüğüne şu iç parçalayan cümleleri yazan kırılgan Osman Dede: “En küçük torunum bugün beni azarladı. Küstüm ona.” (Erdal Öz, Dedem Bana Küsmüş)