• Yoruluyorum kimi zaman. Herkesin ağzı dolusu laflar ettiği, satırlarca yazı döşendiği, yorumlarıyla alt üst ettiği bir konunun, bir iki ay geçmeden unutulmasından yoruluyorum. Hafızanın bu kadar çabuk silinmesinden yoruluyorum. Hafızası gevşek balıklarla dolu bir akvaryumda, çöpçü balığı gibi bokların, yosunların arasında dolaşmaktan yoruluyorum. • Cem Karaca öleli yedi yıl olmuş. Kim ne derse desin, politik duruşu öncesiyle sonrasıyla nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin, müzikal olarak bambaşka bir yetenektir, müthiş bir ses ve vokal tekniğidir onunki. İlkokuldayken “Namus Belası”nı söylerdim, sesimi onun…
Günlük
• “Bence iki ayrı blogun olmalı,” dedi bir arkadaşım, “haber veren, gündemi takip eden başlıklarla, edebiyata dair başlıklar ya da iyice kişiselleşen metinler birbirinden ayrılmalı.” Yine aynı soruyu sordurttu bu sözler: Neden bir blog açtım? Hızı, güncelliği, paylaşımındaki demokratiklik elbette önemsediğim, konuşmalarda vurguladığım şeyler. Ama bir de gevezeliğim, okuduğum-dinlediğim-izlediğim şeyleri paylaşma iştahım yok mu? Özellikle yorumları önemsiyorum, anında bir değerlendirme yeni kapılar açıyor bana. Kimi zaman uzun uzun düşünüyorum, çoğu zaman kendimi sorguluyorum. Tehlikesi de var; görünür olmaktan uzak durayım…
• “The Sound Of Music”in şarkılı-danslı sahnelerini izledim sabah, daha önce hiç düşünmemiştim ama Robert Wise gerçekten de “baba” bir yönetmen. En kısa zamanda “West Side Story”i tekrar izlemeli. • Blog yazılarına gelen yorumlara cevap yazmak konusu yine kafamı kurcaladı. Hangi yoruma yazmalı hangisine yazmamalı derken, sessizliği tercih ediyorum. Aynı şey twitter için de geçerli. Arada bir “Hadi, herkese cevap ver,” diyorum, sonra ne diyeceğimi bilemiyorum falan. Bu da böyle bir ruh hali işte. • Akşam Thomas Bernhard okudum. “Ses…
• Adana’daki kitap fuarı güzeldi. Cumartesi günü, kitaplarla “gerçekten” ilgilenen kalabalık bir okur topluluğu vardı. Söyleşi çok sıcak geçti, ardından kitap imzaladım. 50-55 yaşlarında bir okur Bir de Baktım Yoksun uzattı önüme. “Oğluma imzalar mısınız?” dedi. Oğluna kitap alan her baba içimi ısıtıyor, gülümseyerek baktım; “Ne yazmamı istersiniz?” dedim. “İçinizden ne gelirse…” dedi. Tam ben yazmaya başladığım anda söyledikleri ise uzun süre başım önde donup kalmama neden oldu: “Sizi çok severdi, bütün kitaplarınızı okumuştu. Geçen yıl kaybettik ama bu kitap…
• Ortaçgil’in yeni albümü demlendikçe lezzet kazanıyor. İlk günlerde “Denize Doğru”ya yoğunlaşmıştım. Bu sabaha “Acıtır” ile uyandım, şu anda bu satırları yazarken “Ayrıntılar” çalıyor. 1969’dan gelen “Niçin” şarkısını dinlerken, geçen ay İzmir’de birlikte olduğumuz Ümit Tunçağ’ın kulaklarını çınlattım. Ümit ve Hülya Tunçağ ile caz konserlerinin önünde-sonunda sohbet etmenin keyfi bambaşkadır. Onların bitmez heyecanları ve tükenmez enerjileri anında sarar insanı. Neredeyse yaşıt olduğum “Niçin”i dinlerken, bu güzel insanların o yıllardaki sohbetlerini kafamda canlandırmaya çalıştım. • İki yeni kitap aynı anda düştü…
• Orhan Pamuk’un Harvard Üniversitesi’nde verdiği The Charles Eliot Norton Konferanslarının metni “The Naive and The Sentimental Novelist” adıyla kitaplaştırıldı. Kitaba Murat’ın önerisiyle ulaştım; sağ olsun. Üstelik kısa süre içinde harika blogu 602.Gece’de kitapla ilgili bir yazı da yazdı. Murat’ın yazısından daha kapsamlı bir değerlendirme yapmayacağım. Ama etkileyici giriş bölümünün yanı sıra “Literary Character, Plot, Time” ve “Words, Pictures, Objects” başlıklı bölümleri zihin açıcı bulduğumu söylemeliyim. Pamuk’un kurmaca dışı metinlerini topladığı kitapları için bu tanımlamayı her zaman rahatlıkla kullanabilirim: Zihin…
• İş dönüşü Demir Özlü’nün 2002 yılından, Berlin ve Amsterdam günlüklerini derlediği “Kanal Kentlerinde” kitabını okudum. Sesimin kısılmaya başlamasının siniri ve huzursuzluğuyla başına oturduğum kitapla biraz olsun rahatladım. Kimi düşünceler ilginç geldi kimilerine katılmadım. Sonuçta Demir Özlü’ye bakışım pek değişmedi. Özlü, 1950 kuşağından en az yakınlık kurabildiğim isim oldu. Bir türlü bulamıyorum bunun nedenini; bu akşam olduğu gibi kitaplarını okuma anları iyi gelir bana, özellikle sevdiğim öyküleri vardır ama yine de aramızda gerçek anlamda “sıcak” bir ilişki yok. Kimi zaman fazla…
• İKSV’de yapılan Doğan Hızlan’la Edebiyat Sohbetleri’nden bir fotoğraf geçti elime, sağ olsun izleyicilerden biri çekip kendi blog’una koymuş. Fotoğrafa bakarken 1950 kuşağı yazarlarının, hala süren etkilerini düşündüm. Oradan da kafam II.Dünya Savaşı sonrası sanatta yaşananlara gitti. Mimaride, resimde, sahne sanatlarında yaşanan büyük değişimler. Edebiyatta çok yönlü bir karşılığı var savaş sonrası atmosferinin. Edebiyat tarihi üstüne yapılan incelemeleri okumayı seviyorum. Özellikle de siyasi atlasla üst üste bindirilenlerini. • 2010’da dinlediğim albümlerden bir liste koydum Fil Uçuşu’na. Listenin başına da, “Türkçe-Caz-Klasik”…
• 13 Aralık, Oğuz Atay’ın ölüm yıldönümü. “Tutunamayanlar”ı bir kez daha okumaya karar verdim. Bu kaçıncı okuma olacak, bilmiyorum. Bu kez bir metot dahilinde okuyacağım; diğer okuduklarımın yanda, günde on sayfa. “Okumalıyım, bilmeliyim, okumalıyım. İşin içine girmeliyim; kendime acı vermek pahasına.” • Afyon’a gidişimin yol kısmı, Hollywood yapımı-büyük bütçeli bir felaket filmi gibiydi. İnanılmaz bir kar yağışı, hatta fırtınası. 1-2 metre ile sınırlı görüş mesafesi. Rüzgârla keskinleşen soğuk hava. Yan yatmış, ters dönmüş arabalar, kamyonlar ve tırların arasında belirginliğini kaybetmiş…
• Yağmur dediği saatte yağmaya başladı. Meteoroloji haklı çıktı. Sabaha karşı yağmurun sesiyle uyandım. Seyrettim. Yağmaya devam ediyor. Fayrouz dinliyorum; “Ossa Zghiri Ktir”. Fayrouz CD’si, dostlarla çay içip Ürdün anılarını konuştuğumuz gecenin armağanı olarak kaldı müzik setinin içinde. Bu hafta, geceler hep dostlarla geçti. Uzun sohbetler, düşünceler, gülüşler… • Dostoyevski’nin, Türkiye’de daha çok “Öteki” adıyla bilinen tartışmalı romanı “İkiz”i okumamıştım daha önce. Sabri Gürses çevirisiyle Can Yayınları tarafından yayınlanınca pek sevindim. Sabri Gürses’in kapsamlı ön yazısı da ayrıca aydınlatıcı bir…