Geç kalmış bir veda yazısı bu… Temmuz ayının başında yazılmalıydı. Sarnıç Öykü’nün veda ettiğini okuduğumda. Edebiyat dergilerinin ömrü vardır, bilirim. Böylesi tecrübelerim oldu, dergiciliğin nasıl dertli iş olduğunu yaşamış bir kişiyim. O yüzden şaşırmamak gerekiyor ama olmuyor işte. Yine de şaşırıyor, üzülüyor insan. Sarnıç Öykü de geldi geçti. Ocak-Şubat 2015 tarihli 21 numaralı sayısında, “İki Şiirin Arasında” ile beni kapağa taşmışlardı. Yazarın bir kitabının merek altına alınmasının, her yönden çekiştirilip incelenmesinin değerini bilemezsiniz. ‘Boş yere öven’ değil, ‘inceleyen’ bir dergiydi…
Haber Takibi
Haberler “Bir Kullanma Kılavuzu” – Alain de Botton “Haberlerin uğultusu ve telaşı benliğimizin en derinlerine sızmış vaziyette, artık bir dakikalık bir sükûnet ne büyük başarı sayılıyor,” diyor Alain de Botton. Peki hiç bu “haberlerin” üretim cephesinin, yani haberciliğin bugününü ve yeni dinamiklerini düşünüyor muyuz? Evet, “haber kuruluşları, demokrasilerin barındırdığı rastlantısal bir özellik olmaktan öte, onların bizatihi kefilleridir” ama acaba “şimdiki durum” ne? Sarsıcı örnekler ve bakış açısı olgunlaştıran bir yaklaşımla haberciliği ele alıyor Alain de Botton. (Zeynep Baransel çevirisiyle, Sel…
Zeynep Altıok. 2 Temmuz 1993’te yaşanan Sivas Katliamı, babasını aldı ondan. Babası Metin Altıok. Şair. Öğretmen. İnsan. O gün, Metin Altıok’la birlikte Madımak Oteli’nde yanıp giden bir çocuk vardı. Koray Kaya. 12 yaşındaydı. Tombul yanaklarından sağlık fışkırıyordu. Yemek yemeyi seviyordu. “Az ye, yoksa kızlar seni beğenmez,” diyordu ablaları. Bir de bisiklete binmeyi seviyordu. Büyüdüğünde ‘vitesli’ alacaktı. Katliam yapıldığında 25 yaşındaydı Zeynep. Koray’ın ablası olacak yaşta. Koray’ı elinden tutup gezdirecek, onun dertlerini dinleyecek, büyüme sancılarına ortak olacak bir abla. Koray üniversiteye…
En iyi belgesel Oscar’ını alan Citizenfour’da, Eric Snowden bir otel odasında The Guardian’in kurt gazetecisi Ewen MacAskill’e kitlesel dinleme işleminin nasıl gerçekleştirildiğini anlatıyor. MacAskill’in sistemin işleyişini anlamak için sorduğu soruları, hoş bir tebessümle yanıtlıyor Snowden. 1952 doğumlu bir gazeteciye karmaşık gelen bu işleyiş, 1983 doğumlu bir bilgisayar uzmanı için tebessümle geçiştirilecek kadar basit çünkü. İnternetin doğuşuna tanıklık etmekle, internetin olduğu bir dünyaya doğmak arasındaki fark. Dürüst olalım, hala bütün dünyada sayısal ortamda yayıncılık ve e-kitaplar konusunda ürkek sorularımız, tedirgin algılarımız…
Olay basına yansıdı. Artık buna sıradan faşizm falan diyemez kimse. Planlı, sistemli bir olay bu. Hangi olay mı? Aşağıdaki açıklamayı okuyunca anlayacaksınız. Türkiye Yayıncılar Birliği olayla ilgili bir açıklama yaptı. Aynen paylaşıyorum: Samsun’un Atakum ilçesinde bağımsız kitapçılık yapan Adalı Kitabevi yaklaşık 20 kişilik bir grubun saldırısına uğramış, kitabevi sahibi Yalçın Tatlıdil ve 4 kişi bıçakla yaralanmıştır. Saldırganlar aynı zamanda kafe olarak hizmet veren kitabevine ellerinde satır ve bıçaklarla saldırmış, içerde oturanları yaralamış, kitabevinin masa, sandalye ve camlarını da kırarak olay…
“Bu kitap, benim kitabım değil,” diyor Sibel Oral. Bu cesur söz aslında kitabın dilinin -anlatı dünyasının da belirleyicisi bir anlamda çünkü Sibel Oral, Roboskî Katliamı gibi kanatıcı ve zorlu bir konuyu ele alırken, kitabı doğrudan kendi kitabı olmaktan uzaklaştıran bir mesafeyi yeğliyor. Zorlu bir karar bu. Tanıklığın en can acıtan hallerinde bile -olabildiğince- öznel kalmaya çalışmak. “Roboskî’yi ezberden anlatıyordum, boşlukta bir yerden… Hiç gitmediğim, katliamdan öncesine kadar adını bile bilmediğim bir yeri nasıl da ezberden anlatıyor, adaletin tecelli etmesini bekliyorlar,…
Resmi tarihin sayfalarına girmeyen bilgiler hepimizin ilgisini çeker. Telefonu açtığımızda “Alo” diyoruz. Ezbere söylediğimiz, kaynağını düşünmediğimiz bir kelime. Hatta bir sesleniş. Bu seslenişin ucundaki isim Allesandra Lolita Oswaldo. Allessandra Lolita Oswaldo, telefonu icat eden Graham Bell’in sevgilisinin adıydı. Atölyesinde çalışırken her telefon çaldığında, tek bağlantısı onunla olduğu için, arayanı biliyor ve telefonu açınca da adını ve soyadını söylüyordu. Daha sonra bu uzun addan vazgeçip, “Ale Lolos” demeye başladı. İşte onun, telefonu her açtığında söylediği bu söz, daha da kısaltılarak “Alo”ya…
O tekmeyi unutmayacağız. Bugün Soma dedik gün boyunca. Unutmayacağız, unutturmayacağız dedik. Kimimiz o tekmeyi, kimimiz sedye kirlenmesin diye dertlenen işçiyi, kimimiz medyanın ikiyüzlülüğünü, kimimiz siyasetin yıkanmakla çıkmayacak karasını hatırladı, hatırlattı. Gerçekten bir hafıza oluşturmak istiyorsak süreklilik ve büyük resme bakmak gerekiyor. İşte bu yüzden, tam da bugün kitapçılara ulaşan İŞ CİNAYETLERİ ALMANAĞI 2014 çok önemli. Adalet Arayana Destek Grubu, Almanağı bizlere sunarken birkaç cümle paylaşmışlar. Ben de o cümleleri sizlerle paylaşıyorum. Türkiye’de 2014’te en az 1886 işçi çalışırken hayatını kaybetti….
Dün ilginç bir soruyla karşılaştım: Batman iyi biri mi? Tanımadığım bir edebiyatsever, ayaküstü sordu soruyu. Hatta bulunduğumuz ortam, fısıltıyla konuşmaya bile izin vermediği için, ders sırasında kaynatan lise öğrencileri gibi notlar ilettik birbirimize. Kendimce soruyu netleştirmeye çalışan cevaplar vermem, adını bile bilmediğim arkadaşımı mutlu etmedi tabii ki. Gidip gelen notlarda ben konudan kaçan adam oldum. Hatta son noktada “Politik cevaplar bunlar,” dedi edebiyatsever arkadaş. Aslında sorunum biraz tanımlamalarla. Ya da bağlamlarla. Örneğin son yorumunda haklıydı, cevap politikti. Elbette o “kaçamak,…
Öyle böyle değil. Gerçekten zorlu zamanlardan geçiyoruz. Günden geriye, devam etme gücü verecek bir şeyler kalmasını beklemek de zor artık. Akıl almayacak bir cinayete kurban gitti Nuh Köklü. İsteyen sosyolojik çözümlemesini yapsın, isteyen bu pisi pisine cinayetten siyasi rant elde etmeye çalışsın, benim tek bildiğim Nuh’un artık bu dünyada olmadığı. Ensesine indirdiği kulaklıkları, alaycı gülümsemesi ve her daim dağınık halleriyle Nuh Köklü yok. Yolun solundan koşmayı seven o adam yok artık. Bir dönem NTV’de kesişmişti yollarımız. Arada masa başında, arada…