Eric Faye’nin yaşanmış bir olaydan esinlenerek kaleme aldığı ve Fransız Akademisi Büyük Roman Ödülü’nü kazanan romanı “Nagazaki”, üzerine Japonya tarihinin gölgesinin düştüğü ve suçluluk, utanç, yalnızlık, pişmanlık temalarının harmandığı bir kitap. Hayat sanatı taklit ediyor. Okuduğu her eserden sonra “Bunun ne kadarı gerçek?” diye soran zihinlerin unutmaması gereken bir gerçek bu. Kim Ki Duk’un 2004 tarihli “Boş Ev” filmini etkilenerek izlemiştim. Genç bir delikanlı, tatildeki insanların evlerine girip bir süre orada yaşar bu sessizlikle güçlenen filmde. Girdiği evi derleyip toparlar,…
Roman
radikal.com.tr’de 2 Temmuz 2014 tarihinde yayımlanan yazım. Kalemi kıvrak dostumuz Bağış Erten, Radikal Kitap’ın yeni yolculuğunun ilk sayısında, dudağa tebessüm oturtan bir yazı yazmış: “Tatile asla götürülmeyecek kitaplar”. Yıllardır bütün gazetelerin, dergilerin bıkmadan usanmadan yaptıkları “Tatile giderken hangi kitaplar götürülür?” listesine tersten bir bakış. Baştan söyleyeyim, bu soruyu da, bu listeleri de sevmem. Ne götüreceksen götür kardeşim, okumaya isteğin varsa okursun. Bağış Erten’in dediği gibi “küçük burjuva büyük tatilinde” fotoğrafında bir olmazsa olmaz olarak görüyorsan kitabı sen bilirsin. O zaman…
Norveçce bilmiyorum. Bu dile yakın bir dil bilmiyorum. Bu dilin konuşulduğu coğrafyalara ait bir deneyimim yok. O kültürün deyimlerini, benzetmelerini, göndermelerini, şakalarını bilmiyorum. Ama Per Petterson‘un kitaplarını okurken kendimi yabancı hissetmiyorum. At Çalmaya Gidiyoruz ve Lanet Olsun Zaman Nehrine gibi iki muhteşem kitabıyla, merakla beklediğim yazarların arasına giren Petterson şimdi de Reddediyorum diyor. Burada romanın içeriğinden söz etmeyeceğim. Sadece şunu söylemekle yetineyim; Petterson, sanat-zaman ilişkisi konusunda bizi bir kere daha düşünmeye yönlendiriyor kitabıyla. Edebiyatın, zamanı elinde tutup istediği gibi uzatıp-kısaltma…
Joseph Kessel’in romanı, bir cerrahla evli genç ve güzel Severine’in kocasına duyduğu aşka rağmen tensel haz arayışı içinde gündüzleri lüks bir randevuevinde fahişe, akşamları ise sevgi dolu bir eş olarak sürdürdüğü çifte yaşamının beklenmedik bir karşılaşma sonrasında altüst olmasının hikayesini konu alıyor. “Alışılmış ahlaka, geleneksel hayallere, duygusalcılığa, toplumun tüm ahlaksal pisliğine karşıyım. Burjuva ahlakı, benim için ahlakın tersidir, çünkü ters kurumlar üstüne kuruludur: Din, vatan, aile ve toplumun diğer temel direkleri…” Joseph Kessel’in son noktasını 20 Şubat 1928’de Davos’ta…
Roberto Bolano çok sevdiğim bir yazar. Son beş yılda kitiphanemdeki yerini almış olan yazarı sevmemde, kitaplarını Türkçeye çeviren Zeynep Heyzen Ateş’in de katkısı var elbette. Tılsım raflardaki yerini alır almaz edindim ve büyük bir iştahla okumaya başladım. Z.H.Ateş bu kez çeviride bir adım öteye gidip bir de ‘kılavuz’ hazırlamıştı biz okurlara. 1968 Olimpiyatları öncesindeki günlere gittiğimiz roman, yıkıcı bir tarihi gerçeklikten, benzersiz bir anlatı kurmayı başarıyor. Alcira Soust Scaffo’nun gerçek hikayesine, Bolano’nun kurmaca karakteri Auxilio’nun zihniniden ulaşıyoruz. Her adımında tedirgin…
Adını sıklıkla duyduğum Arthur Schnitzler’i ilk kez Ölmek (Sterben) ile okumuş oldum. Yüz sayfayı bulmayan oylumuyla, rahatlıkla okunan bir novella. Ilık bir Mayıs gününde, huzurlu bir parkta, kitabını okuyarak Felix’i bekleyen Marie’nin görüntüsüyle açılan kitap, sonrasında bitmek bilmeyen bir huzursuzluğun resmini çiziyor. Tedirgin ve örtük konuşmalar kısa sürede, Marie’yi (ve biz okurları) acı gerçekle yüzleştiriyor. Felix’in ölümcül bir hastalığa yakalandığını öğreniyoruz. Böylece Marie’nin (ve yine biz okurların) sayfalar boyunca taşımak zorunda kalacağı bir yükü omuzlamış oluyoruz. Üstelik yük giderek daha…
Dashiel Hammett adı ile tanışmam “Malta Şahini” filmiyle olmuştu. Arkası geldi. ‘Kara Polisiye’lere olan merakım, düşkünlüğüm yıllar içinde, hem Hammett’ın hem de türün diğer önemli isimlerinin bulabildiğim kitaplarına sarılmamla iyice arttı. Açıkçası kimi zaman çözümleri pek sevmem, kimi zaman sahneleri fazla “kurulmuş” bulurum, kimi karakterler tam anlamıyla “yapıştırma” gelir, falan filan… Ama türün öyle örnekleri vardır ki, sadece bir polisiye değil, toplumsal bir harita, bir dönem yorumu ve hatta giderek karanlık sokaklara bakmaktan çekinmeyen bir sivil tarih okuduğunuzu anlarsınız. Hammett’ın…
İşte Fil Uçuşu’nda kişisel bir not. Kendi tarihime kayıt düşüyorum izninizle. İngilizce’sine cesaret edemediğim/edemeyeceğim için yıllardır Türkçeye çevrilmesini beklediğim Solgun Ateş, üç gündür başucumda. Yavaş yavaş, sindire sindire okumaya/anlamaya çalışıyorum. Kimi zaman tekliyorum, kimi zaman düşecek gibi oluyorum ama çoğunlukla yerden bir karış yukarıdayım. Severim Nabokov‘u. Çok severim. Her yazdığı, bir derstir benim için. Ama bu başkaymış, çok başkaymış. Daha ilk sayfalardan başlayarak nasıl bir heyecan sardı beni, anlatamam. Okuduğum Nabokov’ları yeniden okuma isteğinin doğması da ayrı bir heyecan. Sürdüğü…
“Aile Çay Bahçesi” ile ilgili yazı ve söyleşileri, Fil Uçuşu’nda paylaşıyorum arada. Hem derli toplu dursunlar hem de kişisel bir arşiv oluşsun diye. Bu kez Azerice bir metin geliyor. Yazan Melahet Adilova. Kitabı bitirdikten sonra, notlarını Facebook sayfasında paylaşmış. Beni de bir mail aracılığıyla bu yazıdan haberdar etti. Şöyle diyor Adilova: “Size Aile Çay Bahçesi için teşekkür etmek istedim. Yaşayan yazarlara teşekkür etmek gibi bi lüksü var okurların. Notum Azerice belki anlamakta zorluk çekersiniz ama ne kadar beğendiğimi, değil Azerice,…
Hikmet Hükümenoğlu ile “47 Numaralı Kamara”kitabı ile tanımıştım. Ama bir blogger olduğunu çok yakın zamanda öğrendim. Hükümenoğlu, blogundaki ‘Okuma Notları’nda “Aile Çay Bahçesi”nden söz etti. Notlarından birini paylaşayım. Diyor ki Hikmet Hükümenoğlu: “Aile Çay Bahçesi’nin boğucu atmosferi, rahatsız edici konusu ve kendini sevdirmeyen kahramanlarıyla çok satanlar raflarında yer alması, hem Yekta Kopan’ın başarısı, hem de edebiyat piyasamız için bir umut ışığı. Kitap kulüplerinde okunup üzerinde konuşulacak ideal romanlardan biri olduğunu da not edeyim.” Notların gerisini ve yazının tamamını okumak isteyenleri…