Venedik gezisinden kişisel notlar

Venedik Mimarlık Bienali’nden kişisel notlarım da var…

Mimar dostlarla sohbet etmek bana her zaman iyi geliyor. Bu sohbetlerin en neşelisini 18 Mayıs gecesi Gio’s Restoran’da verilen akşam yemeğinde yaptık. Konu gençlik yılları ve müzikti. 80’lerin sonu 90’ların başı Ankara’sından İstanbul’a kadar uzandık. (Cem, Durmuş, Ertuğ, Mehmet, Görgün ile aşağıdaki fotoğrafımızı Vitra ekibinden Merve Nur Saygı çekmiş)

Han Tümertekin ile yıllar önce yaptığımız Konya gezisini ve sohbetlerimizi unutmam. Cem Erciyes de vardı o gezide. Venedik’te kısa süreliğine de olsa hasret giderdik. Han’ın plak koleksiyonundaki değerli parçaları öğrendim. Değer dediysem, müzik zevkimize göre değerinden söz ediyorum. John Mayall, Cream, Eric Clapton derken uzadı gitti liste. Bir de mono kayıtların yine gözde olduğunu konuştuk.

Ertuğ Uçar çok sevdiğim bir yazar dostum. Öyküye verdiği değer benim için önemli. Onunla İstanbul’da buluşup edebiyat, hayat, sanat konuşamadık hiç. Venedik’te bunun nedenlerini de konuştuğumuz uzun bir sohbetimiz oldu. Disiplinlerarası iletişim, geçişkenlik ve merak olmadığı sürece kültürün çoğalması, kendisini yenilemesi mümkün değil. Hatta şu hep konuşulan “kültür politikaları”nı sağlıklı şekilde kurgulamak da pek mümkün değil. Ertuğ ile konuşmak iyi geldi. Hem üretim açısından hem de hayata iyi bakabilmek için bu dost sohbetleri artmalı.

Cem Sorguç muhteşem bir adam. Sakin ve muzip. Zihni labirentlerle dolu sanki. Hem oyun oynuyor o labirentlerde hem de üretiyor. Onunla sohbet etmeyi hep seviyorum. Venedik sohbetlerimiz daha havaalanında başladı. İyi geldi bana. Cem ile bu yıl bitmeden mutlaka bir “The Dark Side Of The Moon” konuşması yapmalıyız. Elbette Görgün Taner’deki bootleg kayıtlar eşliğinde…

Aynı şekilde zihni sürekli yoğun ve bir o kadar da berrak bir isim de Kerem Piker. Tuhaf olan şu; Kerem’le sadece Venedik’te görüşüyoruz.

Bahar Türkay ile Beatles’dan başlayıp Oasis’le kapattığımız müzik sohbeti yarım kaldı sanki. Gerisi gelmeli…

Bir güzel sohbet konusu da Corto Maltese oldu. Hem de Cem Dinlenmiş ile. Usta bir çizerle Hugo Pratt konuşmak nefis. Türkiye’de anlık siyasete, gündelik telaşa o kadar kaptırıyoruz ki kendimizi, bu konulara bir türlü sıra gelmiyor.

Gazeteci dostlara geçti zamanın çoğu. Gila Benmayor’un bitmek bilmez öğrenme arzusuna, merakına, araştırmasına bir kere daha hayran oldum. Şelale Kadak enerjisi diye bir şey var, her daim neşeli. Elif Ergu Demiral ile Ankara yıllarında yollarımız kesişmemiş ama ortak bir geçmişten geliyormuşuz. Aysun Öz ile ilk kez sohbet ettim. Aysun, kültür-sanat yayıncılığının ekranlardaki önemli bir ismi. Daha çok sohbet etmek isteyeceğim, gündemle ilgili yorumlarını merak ettiğim bir gazeteci. Üstelik bütün o çalışkanlığının yanında gülmeyi ihmal etmiyor. İhsan Yılmaz ve Kumru Eren, her zaman birlikte olmaktan keyif duyduğum dostlarım. Yine çok şık, yine çok neşeliydiler.

Nilay Örnek ile çeşitli gezilerde, sofralarda ve çekimlerde buluşmuştuk daha önce. Ben ona konuk oldum, o bana. Çalışkanlığına her zaman hayran olduğum, üretken bir isim Nilay. Bu gezide kahkahalı anlarımız, güzel sohbetlerimiz de oldu. Hatta Cem, Nilay ve ben aşağıdaki fotoğraf karesinde buluştuk.

Mimarlık Bienali gezisine göndermeyle “mimarlık pozu” dedik bu fotoğrafa. Ben mimarlık ofisimizin adını “Portishead Mimarlık Bürosu” koydum. Nilay’ın duruşunu Beth Gibbons’a benzettim çünkü. Fotoğrafı çeken İlker Canikligil. İlker ve Ebru Canikligil çiftiyle gülüşü bol, içi dolu sohbetlerimiz oldu. Yayıncılıktan memlekete, sağlıktan geleceğe…

İKSV, Schüco ve VitrA ekipleriyle yıllar içinde farklı buluşmalarda birlikte oldum yıllar içinde. İlk gün Itır’ın adını hatırlayamadığım için kendimi sürekli mahcup hissetmem dışında harika zamanlar geçirdik. Elisa harika bir yürüyüş arkadaşıydı. VitrA ile yıllar önce yaptığımız “Kentin Hayalleri” projesini sıkılıkla andım. Yeri gelmişken söyleyeyim; hep gurur duyduğum bir iştir.

İKSV ekibiyle ilgili yorum yazmam zor. Çünkü gerçekten de aile gibiyiz onlarla. Ayşe Bulutgil bir iş arkadaşı değil benim için. 2000’lerin başlarından beri birlikteyiz. Çok uzun zaman önce iş ilişkimiz aile dostluğuna döndü. Yine de her seferinde onun disiplinine, iş yaparkenki yumuşaklığına, ortama hakimiyetine hayranlıkla bakıyorum. Üstelik alışverişlerimizde de uyumluyuz, daha ne isteyeyim.

Elif Ekinci seyahat öncesi ve sonrası her şeyimle ilgilendi. Talin, Ayşegül, Fatih ve bütün ekip harikaydı. Dilerim kimsenin adını unutmamışımdır.

Görgün Taner, Yeşim Gürer Oymak, Bige Örer yoğun tempoları içinde her fırsat bulduklarında yanımızda oldular. Görgün ve Yeşim’le Metropole’deki resepsiyonda, Bige’yle de dönüş uçağını beklerken kaynattık.

Bülent Eczacıbaşı, Özgen Özkan, Can Eren, Hasan Pehlivan, Okşan Atilla, Türkiye’nin Roma Büyükelçisi Ömer Gücük başta olmak üzere, bütün ev sahiplerimiz gezideki herkesle tek tek ilgilenmeyi bir an olsun ihmal etmedi. Bu tip buluşmalarda, böylesi bir sıcaklığı oluşturmak zordur.

Son olarak… Bu gezinin en büyük kazançlarından biri bu yıl Türkiye Pavyonu’nun küratörleri olan Sevince Bayrak ve Oral Göktaş ile tanışmak oldu. Her ikisine de hayran kaldım. Dilerim yine sohbet etme olanağım olur.

Bir de yemek notum olsun: En güzel yemek yine L’Osteria da Pampo’daki öğlen yemeğiydi. Siz siz olun “spaghetti al pomodoro”dan vazgeçmeyin…

bir yorum bırakın