Yine Aşıklı Höyük… İyilikle…

Aşıklı Höyük notlarımı Fil Uçuşu’nda paylaştıktan sonra bir sosyal medya kullanıcısı, bu kazı çalışmasıyla ilgili itirazlarını dile getirmiş. İtirazlar iddialardan oluşuyor. “Avrupa Birliği fonları alıp yine de öğrencileri ücretsiz çalıştırmak” gibi sert iddialar. Araştırdım soruşturdum ve bu iki iddianın da karşılığının olmadığını öğrendim. Böylesine ciddi iddia-ithamların kaynaksız, belgesiz ve hatta dayanaksız yapılmasına üzüldüm ama çoktandır biliyorum ki, sosyal medya öyle bir diyar. Üstelik doğru cevaplara ulaşmak da zor değil; örneğin fon meselesinin cevabı için Aşıklı Höyük Dostları Derneği’nin internet sitesine bakmak yeterli. Destek derneğin bir kültür projesine verilmiş. Yani kazı ile doğrudan ilgisi yok. Ayrıca keşke olsa, keşke kazı ile ilgili çalışmalar daha çok kurum tarafından desteklense.

Neyse…

Bu iddiaların sonunda şöyle demiş sayın sosyal medya kullanıcısı: “…konuşulan şey tarihin sözde yeniden yazıldığı…”

Hmm, laf bana geldi. Çünkü Fil Uçuşu’ndaki yazımın başlığı “Aşıklı Höyük’te tarih yeniden yazılıyor”

Demek ki bu başlık da rahatsız etmiş. Bu söze de laf çarpmak gerekmiş. Oturdum, düşündüm. “Tarih yeniden yazılıyor” klişesi çokça kullanılıyor. Spordan sahne sanatlarına, siyasetten magazine farklı alanlarda karşımıza çıkıyor. Tuhaftır, bu klişeyi en az kullanan alan bilim. Yani eğer “sayın sosyal medya kullanıcısı” bir klişe kullandığım için kızgınsa, anlayabilirim. Haklı, çiğnenmiş sakızlardan uzak durmak gerekli. Ama bir de “sözde” diyerek, Aşıklı’daki çalışmaları boşa düşürmeye çalışmış. Demek ki, derdi sadece bana laf sokmak değil. Bu “tarihin yeniden yazımı” meselesini de ortadan kaldırmak.

Ben bana gelen lafı cevaplayayım.

Tarihi hikâye anlatıcıları yazar. Kimileri insanlığa katkı sağlamak ve insanlığın yol haritasını çizmek için yazar, kimileri de yalanlarıyla kitleleri uyutmak için. Ben hayatım boyunca iyilik için hikâye anlatanların peşinde yürümeye çalıştım. Elbette hatalar yaptım, elbette patikalara saptım ama o yoldan ayrılmamak için çabaladım hep. Karmaşık bir yol değil, iyiliğin yolu o.

Yaşar Kemal’in röportajlarını her okuduğumda, o yolun gerçekliğine inandım. Ferit Edgü’nün hikayelerinde, Erdal Öz’ün mektuplarında, Fikret Otyam’ın anılarında, Adnan Binyazar’ın sohbetlerinde hep o yolu gördüm. Nâzım Hikmet’in anlattığı tarihe inandım, her dizesinde tarihi yeniden yazabilmesine hayran kaldım. Leyla Erbil’in tarihin dilini değiştirme cesaretine, Tomris Uyar’ın bu eril dünyanın gözünün içine bakma yürekliliğine vuruldum. Füsun Akatlı’dan çok şey öğrendim, Seçkin Selvi’nin dilime taşıdığı dillerle boyum uzadı. Ferhan Şensoy yazdı benim tarihimi. Murathan Mungan temize çekti tarih defterimi.

Liste uzar gider. Ama konuyu romantik bir yere taşımayacağım. Aman diyeyim, yine klişelere yenik düşmeyeyim.

Benim dinlemek istediğim tarihi iyi hikâyeler anlatmak isteyenler yazar. Bunun için gereken en temel malzeme iyiliktir. Basit.

O zaman şu klişe başlığı atmama neden olan günümü anlatayım biraz.

O gün sevgili dostum Uğur Gürses’in gazetecilik yeteneğine hayran kaldım. Hem arkeolojik hem de ekonomik açıdan dersine çalışmıştı gelmeden. Anlatılan-gösterilenle yetinmeden sorularını sormaya hazırdı. Meraklıydı. Nokta atışı sorularının cevaplarını zihnine yazacak kadar konsantreydi. Üstelik bütün bunları yaparken eğlenceli, keyifli ve paylaşımcıydı. İyilik vardı bakışlarında.

Ekibimizin lideri Nejla Zarakol yılların deneyimini aktardı yol boyunca. Paylaştı. Anlattı. Herkesle tek tek ilgilendi. Bunu “iş gereği” değil, iyilik duygusuyla yaptı.

Kazı Başkanı Prof.Dr. Mihriban Özbaşaran her sorumuzu en ufak bir soru işareti bırakmadan cevaplamaya özen gösterdi. Hatta kimi sorular, faklı köşelerde farklı kişiler tarafından sorulduğu için defalarca cevapladı. Sıkılmadan. Cevaplarını verirken bilim çerçevesinden bir an bile çıkmadı. Bütün ömrünü adadığı bilimin yolunda yürüttü bizi. Anlayacağımız sadelikte ama popülist bir dille “kandırmaca” yapmadan. Mihriban Hoca’ya sadece bilim insanı olarak değil, iyiliğin çalışkan yüzü olarak da hayranlık duydum.

Eski dostum, defalarca müzik konuştuğumuz Güneş Duru, o gün Kazı Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Güneş Duru idi. Kendisi titrleri sevmese de biz gurur duyarak “Güneş Hoca” dedik. Hem kazı alanında hem de “Çatlağın Yeri”nde yenen öğlen yemeğinde bir an bile sıkılmadı sorularımızı cevaplarken. Aşıklı’nın hak ettiği yere gelmesi arzumuzda delişmen önerilerimiz olduğunda bizi “sükûnete” davet etti hep. Otuz yıllık emeğini anlatırken bilimi, iyiliği ve insanlığa katkıyı yatırdı masaya.

Yeri gelmişken söyleyeyim, Çatlağın Yeri’ndeki garsonların yüzünün gülüşünde, servis sırasındaki samimiyetlerinde gizliydi o günün tarihi. Bölgelerindeki bir değerin farkında olmak, Aşıklı’ya sahip çıkmaktı onların iyiliği. Tarih böyle yazılıyor.

Kazı Evi’nin önünde bütün ekiple birlikte oturduk. Bütün isimler ezberimde kalmadı, ad-soyadlarda hatam varsa affederler beni: Sera Yelzöer, Batuhan Kızık, Enis Yurtçu, Melis Uzdurum, Özlem Eylem Altungül, Sude Can… Gencecik bilim insanlarının anlattıklarıyla ayaklarımız yerden kesildi. Günlere gecelere yayılan emeğin karşısında hayranlıkla eğildik. Onların çalışma koşullarının, bilimsel ekipmanlarının, desteklerinin, özel alan konforlarının artması için neler yapabileceğimizi düşündük. Üstelik böyle bir talepleri yoktu, onlar sadece iyilikle çalışmaya devam ediyorlar. E peki, tarih böyle yazılmıyorsa yeniden, daha nasıl yazılır ki?

Dünya tarihi değil sözünü ettiğim, o zaten değişiyor Aşıklı’da, Çatalhöyük’te, Göbeklitepe’de. Oradaki gencecik ekip “şimdiki zaman”ı yeniden yazıyor. İyilikle…

Gün geceye dönerken Güneş’in emektar İbanez’ini aldık elimize. Kazı Evi’nin önünde gitar çalıp bira içtik. Usta gitaristin yanında elim ayağım birbirine girdi, iki akorun heyecanına yenik düştüm. Sonra bir baktım Güneş’in de ellerinde heyecan var. Çünkü o anda Redd gitaristi Güneş yoktu orada. O anda binlerce konsere çıkmış bir müzisyen değil, kazı alanında arkadaşlarıyla biraz gülümseme arayan bir bilim insanıydı. Bütün insanlığı bilmem ama benim küçük dünyamda tarih öyle yazılıyor işte. O heyecanla, o iyilikle…

Bütün eleştirileri ciddiye almaya çalışırım. Kötü niyetli olduğunu “arakladıklarımda” bile, bende ne hata var diye bakarım sağıma soluma. Bu kez de öyle yaptım, düşündüm. İyi de oldu. Anladım ki Aşıklı Höyük’te tarih “gerçekten” yeniden yazılıyor.

İyiliğin tarihini uzakta aramayalım. Bir satırını yazmaya çalışalım yeter. Sonrasında da o gün Güneş’le kıra döke söylediğimiz Beatles şarkısında Paul McCartney’in dediği gibi “bırakalım oluruna”.

“Let It Be” iyi insanlar…

Yorumlar (2)

Mihriban Özbaşaran

Yekta bey size ne kadar teşekkür etsek azdır. Yanlış bilgilendirilmelere bizim cevap yazmamızdan çok daha değerli sizin bir dış göz olarak gördüklerinizi, düşündüklerinizi yazmış olmanız.
Kısacık da olsa birlikte olabildiğimiz, yaptıklarımızı anlatabildiğimiz için kendimizi çok şanslı ve çok iyi hissettik. Bize çok iyi geldiniz:) Ayağınıza sağlık, kaleminize sağlık.

Bütün emekleriniz için size ve ekibinize bir kez daha teşekkür ederiz Mihriban Hocam.

bir yorum bırakın