yekta

boule1

23 Oca: Bir çizgi-romanda Maupassant okumak: Yağ Tulumu

1870. Fransa’da III.Napoleon dönemi. Diğer yanda Bismark güçlü bir Alman federasyonu oluşturmaya çalışıyor. Karşılıklı diplomatik oyunlar sonucu Fransa kendi felaketine imza atıyor ve Prusya’ya savaş açıyor. III. Napoelon’un teslim olması ve Prusya’nın istilası ile sonuçlanacak bir savaş. Bu istila sürecinde bir atlı araba, kentin on sakinini Rouen’den, Havre’a kaçırmak için yola çıkıyor. Arabadaki dokuz kişi burjuvaziyi, orta sınıf ahlakını, kaypak bir vatanseverliği, ikiyüzlü bir demokratlığı temsil eden insanlar; tüccar Loiseau ailesi, iplik fabrikası sahibi Carré-Lamadon’lar, Bréville Kontu ve eşi, iki…

20 Oca: Üç Nokta

. . . 1.NOKTA Üç nokta (…) İmlâ Kılavuzu – Türk Dil Kurumu Yayınları:525, Ankara, 1996 1. Tamamlanmamış cümlelerin sonuna konur. 2. Kaba sayıldığı için veya başka bir sebepten ötürü açıklanmak istenmeyen kelime ve bölümlerin yerine konur. 3. Alıntılarda; başta, ortada ve sonda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine konur. 4. Sözün bir yerde kesilerek geri kalan bölümünün okuyucunun muhayyilesine bırakıldığını göstermek veya ifadeye güç katmak için konur. 5. Ünlem ve seslenmelerde anlamı pekiştirmek için konur. 6. Karşılıklı konuşmalarda, yeterli olmayan,…

Hrant-bukose

19 Oca: Hrant için: “Bu Köşedeki Adam”

Üç yıl oldu. Avrupa’nın Kültür Başkenti olmanın patlangaçlı mutluluğunu yaşayan bu şehirde, üç yıl önce, göz göre göre bir cinayet işlendi. Planlayanı, tetiği çekeni, destekçileri, alkışlayanları belli bir cinayet. 19 Ocak 2007’de bu şehir, bu ülke bir evladını yere düşürdü. Linç kültürünün karanlık özneleri sorulan soruları duymadı, cevaplamadı. Cevaplamıyor. Yok edilişiyle, yokluğuyla, bize cesareti tekrar hatırlatan kardeşimiz, korunaklı evlerimizdeki ürkek yaşamlarımızdan çıkaracak bizi bugün ve onu hatırlamak, sormaya-sorgulamaya devam etmek için yine Agos Gazetesinin önünde olacağız. Hrant Dink’le hiç tanışmadım,…

18 Oca: Roman, hayatın neresinde?

Bir üçüncü sayfa haberi. İki kafadarın akıllara durgunluk verecek dolandırıcılığını anlatan bir haber. İki arkadaş, birinin ağabeyinin askerlik fotoğraflarına bakıp, en saf görünümlü kişiyi kurban olarak seçiyor. Bir çiftçi bu. Daha sonra alçıdan bereket tanrısı heykeline benzer bir heykel yapıp, hatta bir de sarı-yaldızlı boya ile boyayıp, bu çiftçinin bahçesine gömüyorlar. Ertesi gün çiftçinin kapısını çalıp kendilerini bir sanat uzmanı ve Amerikalı bir arkeolog olarak tanıtıyorlar. Kurbana, bahçesinde çok değerli bir heykel olduğunu söyleyip, kazıya ikna ediyorlar. Kazı sonucunda bahçeden…

17 Oca: Anadolu Hisarı

Hemen gidip bakkalla sohbet etmeye karar verdim. Amacım belliydi. Çocukluğumda okuduğum kitapların dünyasına adım atacaktım. Bakkal, büyük dağıtıcıların dağıtım sorumlularına sipariş veren satıcı kimliğinden sıyrılıp, bakkal amca olacaktı. Adını öğrenecektim. Ona “Ağabey,” diyecektim, “bana yüz gram zeytinle bir de özel tenekeden yağsız peynir versene.” Bakkal paketimi hazırlarken hemen yan dükkana uğrayacaktım. Sadece bir merhaba demek isterken, “Böyle dağınık saçlarla, iki günlük sakalla işe gidemezsin,” diyen berberin zorlamasıyla kendimi koltukta buluverecektim. Berberin hızlı bir hareketle çırptığı kolalı, beyaz örtünün sesi, radyodan…

haruki_murakami

16 Oca: Murakami okumak, hem de “tercüme zayiatı”na aldırmadan!

Haruki Murakami ile tanıştığım günü çalışma defterlerimden birine not etmişim: 13 Kasım 2001. O gün okurluk yolculuğumda adını sıklıkla anmaktan zevk aldığım dostum, Semih Aközlü, altZine’de yayınlamamız için bir çeviri yollamış. “Norwegian Wood” romanının 6-7 sayfalık bir bölümü, Semih’in heyecan dolu notuyla gelmiş: “Bu adamı mutlaka okumalısın!” Çeviriyi altZine’in Ocak 2002 güncellemesinde yayınlamıştık. O tarihten önce Türkçede herhangi bir Murakami çevirisi yayınlandı mı bilmiyorum, zaten amacım “en önce biz yaptık” saçmalıklarına girmek değil. Beni ilgilendiren kişisel tarihimin okuma durakları; o…

lepetitnicolas1

13 Oca: Pıtırcık: “Ne yani yalan mı, iyi valla…”

Pıtırcık’ın bir sinema filmi olduğunu duyduğumda heyecanlandım ama biraz da korktum açıkçası. Çocukluk yıllarımdan bu yana maceralarını okumaktan sıkılmadığım bir kahramanı, beyazperdede, ete kemiğe bürünmüş görecek olmanın gerilimiydi bu. Sonunda gidip gördüm filmi. İyi ki de gördüm; bütün o gerilim yerini büyük bir rahatlamaya ve kahkahalara bıraktı. Hem de bana kendi Pıtırcık maceramı hatırlattı. İtiraf ediyorum: Ben bu filmin baş oyuncusu Maxime Godart’tan çok daha önce, 1979’da Pıtırcık olmuştum. Önce filmden söz edeyim. Kendi macerama sonra sıra gelecek. “Le Petit…

11 Oca: Düş/üş

Adanın arka taraflarına doğru yürüdü adam. Kafasının içinde adını hatırlayamadığı bir melodi dolaşıyordu. Burnuna gelen rahatlatıcı koku, bir masumiyet aynasıyla yüzyüze bırakıyor, çok eskilerden bir anıyı hatırlamasına neden oluyordu. Böylece o melodi o anının sinyali haline geliverdi bir anda. Gerçekleşen bir rüya mıydı bu, düşlediği bir şey mi? Adını bilmediği bir ağacın dibine oturup daha önceden tanımadığı bir bitkinin yaprağını çiğnemeye koyuldu. Zehirlenmekten korkmuyordu, çünkü anıları çok sağlamdı. Ölmekten korkuyordu çünkü düşlemekle rüya görmek arasındaki kaygan zeminde dans edemeyecek kadar…

ikinci-hayvan-murathan-mungan

10 Oca: Murathan Mungan: sen ben ve diğerleri / boşluğa dağılan herkes gibi

Öncesinde dergilerde şiirlerini okurdum ama ilk kez bir Murathan Mungan kitabı satın aldığım tarih ve yer belli: 2 Eylül 1984, Ankara, Tunalıhilmi caddesindeki Levni Kitapevi. Kapak fotoğrafını Yıldırım Türker’in çektiği, “Yeni İnsan” yayınları etiketli bir şiir kitabı: Kum Saati. Okunmaktan-didiklenmekten eskimiş kitap şu anda masamda gıcır gıcır bir şiir kitabıyla yan yana. İkinci Hayvan, etkileyici kapağıyla bana da 25 yıllık Murathan Mungan okurluğumu anlatıyor. Kum Saati, şair olma hayallerinin yere basmayan adımlarıyla yürüyen Ankaralı çocuğu kendinden geçiren kitaplardan biri olmuştu….

07 Oca: Kahve kokan bir yazı

Bitmeyen mide sorunlarım doktora sürüklediğinde hep aynı sözü duyuyorum: “Kahveden uzak dur, hiç değilse azalt!” Olmuyor. Yaş ilerledikçe gece kahveleri çarpıntı yapmıyor mu? Yapıyor. Ama vazgeçilmiyor. Market raflarını, aktarları süsleyen türlü türlü meyve-bitki çayları akıl çelmiyor mu? Çeliyor çelmesine de kahvenin krallığını sarsamıyor. Sohbet, kahvenin o baş döndüren kokusuyla öğreniyor yürümeyi, coştukça coşuyor. “Fil Uçuşu”, takipçileriyle-yorumcularıyla yeni bir sohbet ortamı madem, işte kahve kokan bir yazı. Bir süredir “twitter”da hayatın içinde ıskaladığımız, günün geriliminde yüzümüzü güldürecek, anı defteri açtıracak sorular…