Genel

17 Oca: Anadolu Hisarı

Hemen gidip bakkalla sohbet etmeye karar verdim. Amacım belliydi. Çocukluğumda okuduğum kitapların dünyasına adım atacaktım. Bakkal, büyük dağıtıcıların dağıtım sorumlularına sipariş veren satıcı kimliğinden sıyrılıp, bakkal amca olacaktı. Adını öğrenecektim. Ona “Ağabey,” diyecektim, “bana yüz gram zeytinle bir de özel tenekeden yağsız peynir versene.” Bakkal paketimi hazırlarken hemen yan dükkana uğrayacaktım. Sadece bir merhaba demek isterken, “Böyle dağınık saçlarla, iki günlük sakalla işe gidemezsin,” diyen berberin zorlamasıyla kendimi koltukta buluverecektim. Berberin hızlı bir hareketle çırptığı kolalı, beyaz örtünün sesi, radyodan…

haruki_murakami

16 Oca: Murakami okumak, hem de “tercüme zayiatı”na aldırmadan!

Haruki Murakami ile tanıştığım günü çalışma defterlerimden birine not etmişim: 13 Kasım 2001. O gün okurluk yolculuğumda adını sıklıkla anmaktan zevk aldığım dostum, Semih Aközlü, altZine’de yayınlamamız için bir çeviri yollamış. “Norwegian Wood” romanının 6-7 sayfalık bir bölümü, Semih’in heyecan dolu notuyla gelmiş: “Bu adamı mutlaka okumalısın!” Çeviriyi altZine’in Ocak 2002 güncellemesinde yayınlamıştık. O tarihten önce Türkçede herhangi bir Murakami çevirisi yayınlandı mı bilmiyorum, zaten amacım “en önce biz yaptık” saçmalıklarına girmek değil. Beni ilgilendiren kişisel tarihimin okuma durakları; o…

lepetitnicolas1

13 Oca: Pıtırcık: “Ne yani yalan mı, iyi valla…”

Pıtırcık’ın bir sinema filmi olduğunu duyduğumda heyecanlandım ama biraz da korktum açıkçası. Çocukluk yıllarımdan bu yana maceralarını okumaktan sıkılmadığım bir kahramanı, beyazperdede, ete kemiğe bürünmüş görecek olmanın gerilimiydi bu. Sonunda gidip gördüm filmi. İyi ki de gördüm; bütün o gerilim yerini büyük bir rahatlamaya ve kahkahalara bıraktı. Hem de bana kendi Pıtırcık maceramı hatırlattı. İtiraf ediyorum: Ben bu filmin baş oyuncusu Maxime Godart’tan çok daha önce, 1979’da Pıtırcık olmuştum. Önce filmden söz edeyim. Kendi macerama sonra sıra gelecek. “Le Petit…

11 Oca: Düş/üş

Adanın arka taraflarına doğru yürüdü adam. Kafasının içinde adını hatırlayamadığı bir melodi dolaşıyordu. Burnuna gelen rahatlatıcı koku, bir masumiyet aynasıyla yüzyüze bırakıyor, çok eskilerden bir anıyı hatırlamasına neden oluyordu. Böylece o melodi o anının sinyali haline geliverdi bir anda. Gerçekleşen bir rüya mıydı bu, düşlediği bir şey mi? Adını bilmediği bir ağacın dibine oturup daha önceden tanımadığı bir bitkinin yaprağını çiğnemeye koyuldu. Zehirlenmekten korkmuyordu, çünkü anıları çok sağlamdı. Ölmekten korkuyordu çünkü düşlemekle rüya görmek arasındaki kaygan zeminde dans edemeyecek kadar…

ikinci-hayvan-murathan-mungan

10 Oca: Murathan Mungan: sen ben ve diğerleri / boşluğa dağılan herkes gibi

Öncesinde dergilerde şiirlerini okurdum ama ilk kez bir Murathan Mungan kitabı satın aldığım tarih ve yer belli: 2 Eylül 1984, Ankara, Tunalıhilmi caddesindeki Levni Kitapevi. Kapak fotoğrafını Yıldırım Türker’in çektiği, “Yeni İnsan” yayınları etiketli bir şiir kitabı: Kum Saati. Okunmaktan-didiklenmekten eskimiş kitap şu anda masamda gıcır gıcır bir şiir kitabıyla yan yana. İkinci Hayvan, etkileyici kapağıyla bana da 25 yıllık Murathan Mungan okurluğumu anlatıyor. Kum Saati, şair olma hayallerinin yere basmayan adımlarıyla yürüyen Ankaralı çocuğu kendinden geçiren kitaplardan biri olmuştu….

07 Oca: Kahve kokan bir yazı

Bitmeyen mide sorunlarım doktora sürüklediğinde hep aynı sözü duyuyorum: “Kahveden uzak dur, hiç değilse azalt!” Olmuyor. Yaş ilerledikçe gece kahveleri çarpıntı yapmıyor mu? Yapıyor. Ama vazgeçilmiyor. Market raflarını, aktarları süsleyen türlü türlü meyve-bitki çayları akıl çelmiyor mu? Çeliyor çelmesine de kahvenin krallığını sarsamıyor. Sohbet, kahvenin o baş döndüren kokusuyla öğreniyor yürümeyi, coştukça coşuyor. “Fil Uçuşu”, takipçileriyle-yorumcularıyla yeni bir sohbet ortamı madem, işte kahve kokan bir yazı. Bir süredir “twitter”da hayatın içinde ıskaladığımız, günün geriliminde yüzümüzü güldürecek, anı defteri açtıracak sorular…

07 Oca: Düşmüş bir harf gibi…

Dün yoktu. Bugün var. Ama bugün var. Oysa dün yoktu, biliyorum. Aynı saatlerde, emin değilim ama belki de aynı saatte, aynı pencereden bakmıştım. Hava biraz daha kapalıydı. Beklenmedik sıcaklar iç bunaltan bir sise neden oluyor sabahları. Belki… belki sis yüzünden fark edemedim. Belki dün de vardı… Üşenmezsem –son günlerde çok üşengeç oldum- gider bakarım; dokunursam anlarım ne zaman yapıldığını. Kurumuşsa dün yapılmıştır. Hâlâ ıslaksa, boya elime bulaşırsa anlarım ki, gecenin bir ânında, ben kocaman yatağın sol tarafına büzüşmüş uyuyorken, rüyâlar…

ahmet-umit

06 Oca: Ahmet Ümit’le ayaküstü sohbet

Ahmet Ümit’i tanıyanlar ne kadar hoşsohbet bir insan olduğunu bilirler. İş için bir araya geldiğimizde bile laf lafı açar. Edebiyat, sinema, siyaset derken, konuda konuya atlar, zamanın nasıl geçtiğini anlamayız. Yine öyle oldu. Ama bu kez birkaç sorunun cevabını “Fil Uçuşu” okurlarıyla paylaşmak istediğimi söyledim. Yazmakta olduğu son roman “İstanbul Hatırası”ndan başladık, kriminolojiye merkezine alan dizilere kadar uzandık. Ahmet Ümit bu günlerde İstanbul üstüne bir roman yazmakta. Romanın adı “İstanbul Hatırası”. Bu şehrin kuruluşundan bu güne, yani M.Ö. 660’da Kral…

05 Oca: Çocuk parkında… ve ben hala…

“Bir gece başını yastığa koyduğunda bir değişiklik rahatsız edecek seni; bir de bakacaksın ki gözlüğünü çıkarmayı unutup girmişsin yatağına. İşte o andan sonra gözlüklü bir insan olarak yaşamaya alışmışsın demektir.” Ne zaman böyle sözler söyleyecek olsa, bir elini, ağırlığını hissettirerek omzuma koyardı babam; gözlerini gözlerime diker öyle konuşurdu. “Rüyanda İngilizce konuştuğunu görürsen, artık yabancı dil konusunu halletmişsin demektir… Arkadaşını incittiğin günün gecesinde sıkıntıdan uyku tutmuyorsa, dostluğun anlamını çözdün demektir… Elindeki işi bitirene kadar uyumayı düşünmüyorsan, sorumluluk duygusunu edinmişsin demektir… demektir……

express102

05 Oca: Gösteri Toplumu. Yeniden!

Birbiri ardına boy gösteren elektronik marketlerden birinin açılışı. Yorgun bedenini sağdan-soldan gelen darbelere karşı korumaya çalışan adam, haklı bir eylemin sözcüsü gibi konuşuyor: “İsyan ediyoruz! Böyle rezalet olmaz! Plazma televizyon almak için geldik, dört saattir aç-susuz bekliyoruz. Yetkililere sesleniyoruz! Açız! Açız!” Beşinci sınıf bir parodi değil bu; bir haber bülteni. Aptalca şakalardan daha aptal bir gerçekliği izliyoruz. Medyanın aynılaştıran diliyle… Birkaç gün sonra benzer bir haber bülteni Tekel işçilerinin direnişini aynı yayıncılık diliyle veriyor ekranlarda. Ortalama algıya “yattıkları yerde para…