Hüzünlü Bir Sivil Tarih


Deniz Kavukçuoğlu kitabında, Gökçeada’da kalmış Rumlarla küçük söyleşiler gerçekleştiriyor, ada ile ilgili ulaşabildiği bilgi ve belgeleri bir araya getiriyor.Gökçeada’ya ilk olarak, birkaç arkadaşımla, hafta sonunu geçirmek için gitmiştik. Bir cuma günü öğleden sonra saatlerinde inmiştik Kuzulimanı’na. Deniz kenarında dinlenmeyle geçen birkaç saatin ardından, ilk günün akşam yemeği için Tepeköy’e Barba Yorgo’nun yerine gitmiştik. Gecenin ilerleyen saatlerinde Yorgo Zarbozan güler yüzlü bir ev sahibi olarak masamızı ziyaret etmişti. Yediklerimizle ilgili övgülerimizi samimiyetle kabul edip sorularımızı tek tek cevaplamıştı. Laf lafı açtıkça sorularımız adanın tarihine doğru kaymıştı doğal olarak. Bıkmadan usanmadan, yüzündeki tebessümü bir an bile kaybetmeden anlatmıştı Barba Yorgo. Ama bir noktadan sonra demirden bilyeler yutmaya başladığımızı hissetmiştik. Bütün o baskı, zulüm, hırsızlıklar, tecavüzler, cinayetler, göçe zorlama iyileştirilemez bir yara, bir vicdan yükü olarak oturmuştu masaya. Bizler açısından en can acıtıcı olansa Yorgo’nun sesindeki sükunet, paylaşımındaki içtenlikti. O tebessümün bir paydaşı olmayı başaramadığımız için utanmıştık. Nüfus kağıtlarımızı bir kenara koyup, insanlık ekseninde derdini paylaşan bu müthiş adamın karşısında tarihimizin kanla, nefretle yazılan sayfalarından utanmıştık.

Gökçeadalı olmak

Deniz Kavukçuoğlu’nun “Hüzün Adası’nda Bir Köy / Gökçeada-Bademli (İmroz-Gliki)” kitabını okurken zihnimde hep bu gezinin görüntüleri, Barba Yorgo’nun sözleri vardı. O sözlerden çok daha fazlasını, bu sivil tarih kitabının sayfalarına bir zaman dizgesi içinde yerleştirmeyi başarmış Kavukçuoğlu. O zaman dizgesi yazarın Gökçeada ile tanışması ve giderek adalı olması ekseninde ilerliyor. Ama Kavukçuoğlu’nun hikayesi, çoğu şehir insanının yaptığı gibi bir kaçış hikayesi değil. O gerçekten de Gökçeadalı olmanın, bir coğrafyaya her hücresiyle dahil olmanın hikayesini yazıyor. Bu süreçte okurunu da, coğrafyayla, tarihle ve daha da ötesi insanlığın en hüzünlü yolculuklarından biriyle adım adım tanıştırıyor. Kitabın en büyük maharetlerinden biri, bu içtenliği, bilgiçlik taslamadan aktarmayı başarmasında yatıyor. Resmi tarihin yanlışlarla, yalanlarla dolu satırlarından uzaklaşıp, tanıklıklarla oluşturulmuş bir sivil tarih metninin içinde yürümek, okuru da -bir anlamda- Gökçeadalı kılıyor sayfalar boyunca. Deniz Kavukçuoğlu, bu ortak ruhu ve bilinci yaratırken, olabildiğince ‘kenarda’ durmayı, durumu tanıklıklar ve kişisel hikayelerle paylaştıktan sonra yorumu okurun yapmasını yeğliyor.

Bütün hikayenin içinde en can acıtan kelime ‘ikiyüzlülük’. Kavukçuoğlu’nun tümünü kitabına dahil ettiği Burçak Güven metninden bu durumu anlatan bir paragraf: “Şimdi dört dağ köyüne hapsettiğimiz Rumlardan geriye kalanları pazarlamak konusunda hiçbir çekingenlik hissetmiyoruz ama. (…) Şu anda Gökçeada’yla ilgili hangi tanıtıcı metne, kitaba, internet sitesine, turistik broşüre, otel restoran tanıtım kataloguna bakarsanız bakın bunları ve koruma altındaki Rum köylerinin fotoğraflarını göreceksiniz.”

Fotoğraflar, belgeler…

“Hüzün Adasında Bir Köy” bir yanıyla bu benzersiz coğrafyaya âşık olmanın cümlelerini yazıyor ama asıl derdi ikiyüzlülükle hesaplaşmak. Siyasetin, ırkçılığın, sevgisizliğin can acıtan uygulamalarıyla ilgili her bir tanıklık okuru tarihiyle yüzleşmek konusunda biraz daha cesaretlendiriyor.

Elbette kitap, bu hüzün adasının sevgi dolu hikayesine de yer veriyor. Kavukçuoğlu’nun adayı ilk gördüğü anda vurulmasına ve giderek Gökçeadalı olmasına uzanan duygusal yolculukta sevginin, huzurun, dostluğun yeri büyük çünkü. Deniz Kavukçuoğlu, fotoğraflarla bezediği, üçüncü ve dördüncü bölümlerini makalelere, belgelere, raporlara ve Dünya İmroz Dernekleri’nin Cumhurbaşkanı’na yazdığı mektuba ayırdığı kitabında, bir sivil tarih okumasını tüm yönleriyle tamamlamayı başarıyor.

“Hüzün Adasında Bir Köy”, Gökçeada’yı bilen-bilmeyen herkes için önemli bir kaynak kitap. Unutmayalım ki bu yakıcı ikiyüzlülükten ancak yüzleşerek kurtulabiliriz.

Yorumlar (2)

Insanin onulmaz hirsi!!!!
Hayvanlardan daha zekiyiz belki(gerci bu da tartisilir ya; neyse..)Bu bizi asla daha az vahsi yapmamis.
Galiba insanlari bu hirsi kontrol edebilenler ve edemeyenler diye ikiye ayirmak en dogrusu.
Ikinci gruptakilerin azimsanamayacak coklugu ise cok urkutucu…

Güzel bir paylaşım. Bu arada bloğunuz çok hoş

bir yorum bırakın