3 Aralık 1959. Annemle babamın evledikleri gün. Ankara’da Gençlik Parkı içindeki Göl Gazinosu’nda kıyılan bir nikah. “Bir ömür” diye verdikleri o nikah pozu. O güne dair ne çok anı dinlemişizdir. Az önce ablamın Instagram’daki paylaşımında daha önce hiç görmediğim bir fotoğrafları çıktı karşıma. Bir eğlencedeler. O yıllarda şimdiki gibi poz verme, en iyisini bulana kadar çekme şansı yok. Masadaki biri çekivermiş fotoğraflarını. Çok da güzel bir an yakalamış. Annem neşe içinde, ezbere bildiğim kahkahalarından birini atıyor. Babam başını annemin başına…
Anı
Dün Nilay Örnek ile bir sohbet videosu çektik. Paribu için bir yıl sürdürdüğüm “Yarının Dünyası” sohbetlerinin bu yılki konuklarından biri de Nilay olacak. Daha önce ben ona iki kere podcast konuğu olmuştum, dün yaptığımız çekimle o da bana iki kere video konuğu oldu. Sohbet konukluğunda durum 2-2. (İyi ki dün çekimde bu şakayı yapmadım, pek kötüymüş) Sohbetin kendisini yakında Paribu YouTube kanalında izleyeceksiniz. Ama çekimin öncesinde ve sonrasında yaptığımız sohbetler, sadece tanık olanların anılarında kalacak. Bizim ekip, Nilay ve ben…
Artemis Günebakanlı’nın podcasti Dip Gürültüsü’ne konuk olduğumda, zihin zorlayıcı bir soruyla karşılaştım: “Seni çok etkileyen konserlerden birini hatırlıyor musun?” Elbette bu sorunun çok sayıda cevabı var. Aslında etkilendiğim konserleri tarif eden anlar var benim için. 9 Temmuz 1996’da John Mac Laughlin – Al Di Meola – Paco De Lucia’nın Açıkhava Tiyatrosu’nda verdikleri konserde “Mediterranean Sundance” başladığında ayağa fırlayıp “Vaaaay” diye bağırmam bu anlardan biridir. Bilinçli bir an değildi, farkında olmadan bağırmış sonra da birilerini rahatsız ettim mi diye çevreme bakmıştım….
Başlık yanıltmasın, erkenden uyarayım. Kendime, yıllarca süren emeğime ihanetten söz ediyorum. Fil Uçuşu’na ihanetimden… Bir rahatsızlık nedeniyle yatakta geçirdiğim üç gün içinde Fil Uçuşu’nu, onunla olan ilişkimdeki aksamaları, tembelliğimin nedenlerini çok düşündüm. Murat Yetkin’den gelen bir telefon neden oldu buna: “Fil bir süredir uçmuyor dostum,” demesiyle içim cız etti. Haklıydı. Oysa bir zamanlar birkaç günde bir, aklıma gelenleri yazıveriyordum Fil Uçuşu sayfalarına. Hesap-kitap yapmadan, olduğu gibi. Elbette not defterlerime yazdıklarımdan farklıydı buraya yazdıklarım, elbette iki-üç kişi bile olsa birilerinin okuyacağını…
Sonda sorulacak soruyu başta sorayım: Sizin “takıntılı” bir şekilde bağlı olduğunuz müzik parçası/şarkı hangisi? Sonra da kendi durumuma geçeyim: Benim “Round Midnight” sevgimi gelsin Freud açıklasın… “Round Midnight”ı bilirsiniz. Bir Thelonious Monk bestesi. Ama benim hikâyem Monk ile değil, Miles ile başlıyor. Miles Davis “Round Midnight”ı ilk kez 1955 yılında Newport Caz Festivali’nde seslendirir. Üstelik piyanoda, bu benzersiz eserin bestecisi Thelonious Monk ile birlikte. O kadar da değil; tenor saksafonda Zoot Sims, bariton saksafonda Gerry Mulligan, basta Percy Heath ve davulda Connie…
Bugün İskender’e veda ettik. Derman İskender Över. küçük İskender. Haberi geçen yıl Mayıs ayında almıştım. Latife Tekin titreyen bir sesle söylemişti. Bodrum’daki ilk hastane ziyaretinde iyi görmemiştim İskender’i. “Az zaman kaldı doktorlar,” demişti, “belki de birkaç hafta.” Yıl boyunca konuştuklarımız, anlattığı projeler, ziyaretler bana kalsın. Ama sonuçta o birkaç hafta, bir yıldan uzun zamana yayıldı. Hatta arada, birlikte rakı bile içtik. 26 Mart’ta “Dünya Ölmeme Günü”nde. Ne yalan söyleyeyim, iyiye gittiğine inanmıştım o gün. Can Bonomo’nun deyimiyle “iyiye gittiği illüzyonuna”…
Bugün Erdal Öz’ün doğum günü. Ne tuhaf… Çok olmuş aramızdan ayrılalı. O haberi aldığım günü, uğurlamamızı bütün ayrıntılarıyla hatırlamak canımı acıtıyor. Erdal Abi’den iki yıl sonra da babamla vedalamıştım. Böyle böyle büyüyor insan. Böyle böyle ölüyor. Dert kazıyacak değilim. Erdal Abi’yi hoşluklarla anıyorum yıllardır. Çoğunlukla gülerek. Onun gibi fıkra anlatmayı beceremiyorum ama gülecek bir anı bulup çıkarıyorum. Fıkralara pek gülmem zaten, bunu Erdal Abi de bilirdi. Son zamanlarda günlüklerini, mektuplaşmalarını okuyorum Erdal Abi’nin. Okuyoruz. (Yeri gelmişken henüz okumamış olanlara da…
Aziz Nesin’in soyadı hikâyesi ve kendimizle yüzleşmek Akla hayale gelmeyecek bir olay yaşadığımızda “Yahu bu tam Aziz Nesin’lik olay,” deyiveririz. Bürokraside, devlet katında, ast üst ilişkisinde bir garabet olduğunda “Aziz Nesin az söylemiş, şu saçmalık onun bile aklına gelmezdi,” deriz. En acısı da fenanın fenası bir şey olduğunda “Aziz Nesin bunu yıllar önce söylemişti,” demektir. İnsanlık dersinden sınıfta kaldığımızın resmidir bu söz. Yıllar geçse de, dersimizi almadığımızın belgesidir. Aziz Nesin’in soyadını alış hikâyesini kendi kaleminden okurken düşündüm bunları. Yazısında önce…
Truva Sonatı‘nın öncesinde bir sohbet yapmak fikri tamamen Fazıl Say‘a ait. Elbette bir ilk değil ama farklılıkları olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Fazıl Say’ın Opus 78 numaralı eseri Truva Sonatı, 2018 Truva Yılı kapsamında Çanakkale Belediyesi tarafından sipariş edildi ve dünyada ilk olarak 9 Ağustos 2018’de Çanakkale Çimenlik Kalesi’nde seslendirildi. Bu konserde eserden önce efsaneyi hatırlatmak, içerik hakkında biraz konuşmak, temaları örneklemek fikri Fazıl Say’dan çıktı. Yaz aylarında, kendi üretimlerimize kapandığımız bir dönemde yaptık bunun sohbetini. Ben Sıradan Bir Gün ile uğraşıyordum,…
Levent’le dostluğumuzun temelinde “farklılık” vardır aslında. Şöyle ki… Levent’le bir bahçenin yanından geçtiğimizi düşünürüm hep. Kocaman bir bahçe ve tam ortasında güzelliğiyle insanı davet eden bir ağaç. Kimi zaman meyveli, kimi zaman kurumuş… Bu bahçenin duvarla çevrili olduğunu da düşünelim. Belki de belimize kadar gelen bir duvar. Bahçeyi görmemizi engellemiyor. Ama bir çeşit “Giriş Yasak” hali var ortada. Ağacı görüyoruz, meyvelerini seçebiliyoruz, hatta belki hafif rüzgarda yapraklarının hışırtısını duyabiliyoruz. Ama bir hamlede üstünden atayabileceğimizi bildiğimiz bir engel var ortada. Bir…