“Bulutların arasından sıyrılan kutsal ışık huzmeleri veya büyüleyici görüntüsüyle bir gün doğumu değil umut benim için. Daha ziyade eski ve kalın bir hırka gibi, sağlam bir giysi.” Bu cümleler Anne Lamott‘a ait. National Geographic Türkiye‘nin Ekim 2018 sayısındaki “Umudu Seçmek” başlıklı yazıdan. Lamott’un “Umutlu olmak için daha iyi bir zaman var mı?” sorusunun peşine düştüğü yazısını birkaç defa, farklı açılardan bakmaya çalışarak okudum. Dünyanın şu halinde umuda güzelleme yapmanın karşılığını anlamaya çalıştım. Umut sadece, bunu hayal edebilecek bir refah düzeyinde…
Güncel
130 gün oldu. Turhan Abi 130 gündür tutuklu. Şunları yazdığımdan bu yana 100 gün daha geçti. Kitaplara çok yumuşak dokunur Turhan Günay. Her bir satırın arkasındaki emeği düşünür. Yazmanın zorluklarını bilir. Ama romantikleştirmez kitap-okur ilişkisini. Anlayışlıdır yazarlara karşı. Ama yazıya sevgisi olanla, sevilmek için yazanı hemen ayırır birbirinden. Çalışanı, üreteni, direneni, devineni gözünden tanır. Kirin-çamurun onlara değmemesi için, yollarını nefesiyle temizler gerekirse. Türküleri sever. Ama türkülerin çanına ot tıkayanla aynı masaya oturmaz. Turhan Günay’ın oturduğu masa, dünyanın bozuk zeminine meydan…
Haberi Diken’de okudum. Filmmor’un twitter hesabını takip etseydim, daha erken haberim olacaktı. Yeri gelmişken paylaşayım adresi, hiç değilse siz geç kalmayın. @Filmmor_ Başlık şöyleydi: Kadınlar Vikipedi’ye el atıyor. İçeriği diken.com.tr aracılığıyla aktarıyorum: Mesele şu: Mimar ve editör Yağmur Yıldırım tarafından düzenlenecek bir günlük ‘düzenleme maratonu’nda, yazarlarının yüzde 10’undan azının kadın olduğu Vikipedi’ye madde girişi ve düzeltmesi yapılacak. Etkinlikle hem Vikipedi’deki kadın içeriğinin artırılarak cinsiyet eşitsizliğinin dengelenmesi, hem de konu üzerine gündem oluşturulması amaçlanıyor. Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı’nın Fener’de yer alan tarihi binasında…
Berfin Aksu. Klasik müzik dünyasının büyük yeteneklerinden biri. Hayran bırakan tekniğiyle alkışlanan bir solist kemancı. “Hayatımda böyle bir deneyim yaşamadım,” diyor. Henüz sekiz yaşındayken orkestra eşliğinde konser vermiş bir solist Berfin. On yıldır sahnelerde; genç yaşına rağmen farklı orkestralar, farklı şeflerle çalışmış durumda. Ama o inanılmaz gece sonrasında, gözleri ağlamaktan kızarmış bir halde tebrikleri kabul ederken “Bu eserin her bir notası yüreğimde titriyor,” diyor. Sözünü ettiği eser Fazıl Say imzalı “Nâzım Oratoryosu”. Nâzım’ın her bir dizesi harflerin buluşmasıyla müzik ve…
Böyle günlerin içinde ayakta durmak kolay değil. Sabırlı olmak kolay değil. Anlamak için zaman gerekiyor. Ama zaman iyileştirici özelliğini çoktan yitirdi. Çocukluğundan söz ediyor çoğu insan. Gençliğinden. Ömrünün umutla dolu günlerinden. Farklı disiplinlerde kalem oynatanlara bakıyorum, cümlelerde bir “geçmiş özlemi” saklı. Belki de geçmişe özlemden değil, yarının belirsizliğiyle doğan bir korkudan kaynaklanıyor bu. Sarılacak bir şeyler arıyor herkes. Geçmişinden daha yakında bir cankurtaran simidi bulamıyor belki de. Bugünün sert cümleleriyle duvarın arkasını görmeye çalışana da tahammülü yok kimsenin. Duvarın arkasında…
Bugün Comandante Castro’nun ölüm haberiyle uyandık güne. Ayağa kalkmazsan koşmaya başlayamazsın. Sen bütün dünyaya ayağa kalkmayı öğretenlerdendin. Twitter’a böyle yazdım. Böyle ölümler karşısında hisli bir şeyler söylemek istiyor insan. Aklıma Rosa Luxemburg’un bir sözü geldi. O zincirlerden kurtulmak diyordu, ben ayağa kalkmak dedim. Aslında bütün sözler, noktalama işaretlerini silip, sonsuza uzanmak istiyordu. Diyeceğim o ki, ölümünün ardından söylenenler de devrimciydi. Tam burada duralım. Çünkü uzun uzun Fidel Castro’dan söz etmeyeceğim burada. Bilen zaten biliyor, bilmeyene anlatmak da benim haddime değil….
YouTube’da program yapmaya başlamak, internet üstü yayıncılığa yoğunlaşmama ve üstüne düşünmeme neden oluyor. Yayıncılığın geleceği demek kolay. Bunun nedenlerini anlayabilmek için bugüne bakmak gerekiyor. Ve bugünü oluşturan koşullara… Fil Uçuşu’nda bloglar üstüne yazdım daha önce. Şimdi de vlog meselesi üstüne düşünmeli biraz. Temel sorudan başlayarak… Neden vlog yapmıyorum? 1. Öncelikle zamanım yok. Elbette bu “bahane” gibi görünüyor ama gerçek. 2. Teknik konularda yeterli değilim. Elbette bu “öğrenilebilir” bir süreç. Ama yine de “şimdilik” bir sorun. 3. Görünen olmayı değil, gösterileni…
Gümüşlük’ü herkes çok seviyor. Bu köyün en büyük sorunu da bu zaten. Sevgi, ikiyüzlü ve bencil bir duygu çünkü. Köylüleri çok seviyor Gümüşlük’ü. Sonradan yerleşenler fena halde hayran. Tatile gelenler ba-yı-lı-yor! Bu sevgi öldürecek Gümüşlük’ü. Yerlisi-köylüsü bir yandan gelişmesini istiyor bu küçük köyün, bir yandan da cebinin derdinde. Hem sahil şeridi bozulmasın istiyor, hem de “sezonluk kazanç” için her tür cinliğe hazır. Sonradan yerleşenler günlerini ‘ilenmekle’ geçiriyor. Tek dert, yeni gelenelere eskiden buranın ne kadar güzel olduğunu anlatmak. İnsanımızın bitmek…
Gümüşlük’e sonradan yerleşenler, doğanın sesini dinlemek isteklerini sıklıkla dile getiriyor. Zaten, büyük şehirden “kaçmanın” bir nedeni de bu. Doğayla iç içe olmak. Mandalina reçeli yapmaktan mantarın mevsimini öğrenmeye, Filizkıran Fırtınası hikayelerinden içkini hangi ayda satsuma ile içebileceğini bilmeye uzanan bir “doğa bilgisi” süreci bu. Gelin biz bu duruma, adı Gümüşlük ile anıldığı için, Satsuma Sendromu diyelim. Gümüşlük ya da başka bir diyar… Dileyen dilediği kasabanın-şehrin adını koyabilir… Doğal yaşama “sevgi pıtırcığı gülüşleri” ve “iyiniyet elçisi bakışlarıyla” yerleşen burjuvazi, sakaletine sandalet…
Gümüşlük yazıları benim için öğretici oluyor. Neler öğrendim? 1. İlkeleri sevmiyoruz. İlkeli olmayı sevmiyoruz. İlkeler üstünden konuşmak istemiyoruz. Hemen olaya sardıralım, sağlı-sollu girişelim, yüksek perdeden cümleler sallayalım istiyoruz. Gümüşlük’te yaşamakla ilgili müşterekler yaratmak pek umurumuzda değil. Hemen ‘vukuata’ gelelim istiyoruz. “İyi yazmışsın, hoş demişsin ama falanca restorandaki hesap rezaletini yazsaydın daha iyi olurdu,” durumu heyecan veriyor bize. 2. Vurkaç yapmayı seviyoruz. Özellikle bayram günlerinde ‘can acıtıcı’ hesaplar ödendiğini biliyorum. Bayramdan iki gün önce adam başı 80-90 liraya masadan kalkılan balıkçının,…