• Hafta sonu İzmir’deydim. Forum Bornova’nın içindeki D&R’da bir imza günüm vardı. Okurların her biriyle zaman elverdiğince ve elimden geldiğince sohbet etmeye çalıştım. Kimi zaman bu sohbetler, bana bilmediğim dünyaların kapılarını açıyor. Gelen herkese teşekkür ederim. Fil Uçuşu’nu takip ettiğini söyleyen okurlarla da tanışmış oldum, heyecanlandım. • Metis Yayınları Andrey Platonov kitaplarını üst üste yayınladı. Önce öyküler geldi: “Dönüş”. Ardından iki güçlü roman; “Çevengur” ve “Can”. Her üç kitap için de önce Metis Yayınlarına sonra da çevirmen Günay Çetao Kızılırmak’a…
Günlük
• Haydarpaşa’da yangın. Bir gün geçti ama hala doyurucu, inandırıcı, soruları cevaplayan bir açıklama yok. Olacağına dair bir inanç da yok; işin kötüsü bu inançsızlığa alıştırılmış olmak. Bitmek bilmeyen bir atalet durumu. En basit ve sığınılan nedenle, yani ihmal bile olsa, akıl alır gibi değil. İstanbulluların, yolu Haydarpaşa’dan geçen herkesin, hatta Haydarpaşa’yı sadece filmlerde görmüş olanların bile içi yandı oysa. Üniversite yıllarımda dostum Derya Billur’la yaptığım tren seyahatleri yıllardır anlatılan anılarla doludur. Haydarpaşa’ya geldiğimiz anda ilk işimiz birer simit alıp…
• Avrupa Yazarlar Parlamentosu. “Dijital Çağda Edebiyat” komisyonunun bir üyesi olarak gün boyunca toplantıdaydım. Sabah gerçekleşen açılış töreninde katılımı az buldum. Murat Belge’nin etimolojik bir çerçeveden yola çıkarak yaptığı “Literature/Edebiyat” karşılaştırması dikkat çekiciydi. Ama asıl vurucu konuşma İngiliz yazar Hari Kunzru’dan geldi ve kapanış deklarasyonunda 301 ile ilgili bir görüşün yer alması konusundaki beklentisini dile getirdi. (Deklarasyon Cumartesi günü tamamlanacak.) Öğleden sonra ilk toplantı gerçekleşti. Murat Gülsoy, Hakan Günday, Hakan Bıçakçı ve Kaya Genç’le, komisyonumuzun, genel olarak ortak görüşleri paylaşan…
• Garip bir durum bu; bazı isimler var ki, ne yapsalar-ne etseler eleştiri alanının dışında kalıyorlar. Söyledikleri her şarkı beğeniliyor örneğin, çektikleri her film alkışlanıyor, içinde bulundukları her proje olumlanıyor. Genel bir kabullenme durumu. Kimi zaman, özellikle fısıltı gazetesine kulak kabartınca, ikiyüzlülüğün nasıl ayyuka çıktığını görebiliyor insan. Üstelik bu şakşakçı kabullenme, zarar da veriyor bu isimlere. İçine saklandıkları yanılsama fanusu yüzünden, kendilerini gerçekten tartamıyorlar. Ne demiştim daha önce; dokunulmazlığın her alanda kaldırılması gerekiyor demek ki… • Jason Lutes, 1967 doğumlu…
• “Çoğunluk” yeterince konuşulmadı kanımca. Oysa çok daha fazla konuşulmayı da, seyirciyi de hak eden bir film. Aklıma takılan ise, sürekli olarak “iyi bir ilk film” vurgusunun yapılması. Sevmiyorum bunu. Bunlar, söyleyenin kendisini “yukarı”da konumlandırmak için yaptığı vurgular gibi gelir bana çoğu zaman. Türkiye’nin en iyi öykücülerinden birine, Cemil Kavukçu’ya çok değil 4-5 yıl önce genç öykücü dendiğinin tanığıyım. Ustaların korunaklı alanında, birilerine rahatsızlık vereceğinden mi korkuyorlardı acaba? Dokunulmazlığın her alanda kaldırılması gerekiyor demek ki? • Cemil Kavukçu, gerçekten de…
• Şiddetli bir boyun ağrısı. Sol tarafa dönemiyorum. Muscoril’in gücüne güvendiğim günlerden biri. • Tarçın’ın tüyleri var hâlâ sağda solda. Hiç beklemediğim bir anda koltuğun kenarından fırlamış iplikler görüyorum; tırnaklarını bilemiş belli ki. Fena bir sancı geliyor. Sonra da “Böyle işte,” diyorum, “izleriyle yaşayacak.” En büyük izi, yüreğimde bir pati lekesi gibi duracak her zaman. • Altyazı’nın 100.yaş özel sayısını mutlulukla okudum. Dergiye yazmam için teklif Şükran Yücel’den gelmişti; Ankara’dan dönüş yolundaydım. Birkaç gece uyuyamamıştım ne yazacağımı düşünmekten. “E ile…
• Güne Jehan Barbur’un “Hayat” albümünü dinleyerek başladım. Güne noktayı da Melis Danişmend’in “daha az renk” albümünü dinleyerek koyacağım. Melis, Gece Gündüz’ün canlı yayın konuğuydu. Programa girmeden uzun uzun konuşma fırsatımız oldu. Sohbet iyi geldi. (Soyadını yanlış telaffuz edermişim bunca zamandır. Yayın sırasında doğrusunu söyledi, “a” harfinin uzatılması gerekiyor.) Her iki isim de, hem Jehan hem de Melis, kendi şarkılarını yazan, hikâye anlatıcıları. Jehan’ın içe dönük anlatımına karşın Melis öfkeden ve gerilimden besleniyor. Her iki albümü de daha derinlemesine dinlemeli….
• Garip bir şekilde mercimek köftesi isteyerek uyandım. Büyük bir düşkünlüğüm yoktur ama bulduğumda da kaçırmam. (Gün bitti, mercimek köftesi yiyemedim.) • Yalçın Tosun ve Kerem Işık yıl içinde okuyup sevdiğim iki öykücü. Her ikisinin de kitapları YKY’den çıktı; yayınevindeki Murat Yalçın varlığı kendini belli ediyor. Kitap-lık dergisinin Ekim 2010 tarihli 142.sayısında birer öyküleri var. Yalçın Tosun’dan “Bir Bavul İçin Noktürn (Hiç Çekilmeyecek Bir Fil)” ve Kerem Işık’tan “Ve Diyor ki”. Yalçın Tosun’un cümle kuruşunu ve dilini seviyorum. Kerem Işık…
• “Anayurt Oteli”nin son bölümünü tekrar tekrar okuyorum. Pazar sabahı bölümünü. Romandaki 28 meselesi üstüne düşünmek hoşuma gidiyor. • Yusuf Atılgan’ın çevirdiği Toplumda Sanat’ı o zamanların “Sanat Olayı” dergisi fasikül fasikül vermişti. Ben de biriktirmiş, sonra da Ankara’da Kolej’in oralarda bir ciltçide ciltletmiştim. Bir süredir evin altını üstüne getirmeme rağmen bulamadım. Aramaya devam etmeli. • Nabokov’un “Saydam Şeyler”i zihnimi açmaya devam ediyor. Gözlemlenebilir nesnelerin değişen dünyasına inanılmaz bir cesaretle, balıklama atlayış. Dün gece bir çekmeceden fırlayan kurşun kalemin tarihine yoğunlaştığı…
• Bir blog neye yarar? Bir insan neden blog tutar? Sorular çok. Fil Uçuşu’na bu soruların değişken cevaplarına takılmadan merhaba dedim. “Okuduklarım, izlediklerim, dinlediklerim, aklıma takılanlar” dedim ve başladım yazmaya. Geçenlerde (metroda giderken) Fil Uçuşu’nun içinde bir günlük tutma fikri düştü aklıma. Tedirgin oldum. Çünkü günlük tutmayı sevmem. Tutacak olsam da alırım bir defter, sarılırım kaleme ve bana ait-gizli bir günlüğün peşine düşerim. Epey düşündüm, kendimle mücadele ettim. Günlük tutmayı sevmeyen, yazarken okuru düşünmediğinden dem vuran biri için saçma bir…