Fazıl Say ile 5 Temmuz’da Enka Sanat’ta vereceği konser öncesinde Schubert dinliyorum. Çünkü programda Schubert’in Si bemol Majör Sonatı da var. Sarsıcı bir eser. Schubert 1828 yılında, ölümünden hemen önce bestelemiş eseri. 31 yaşında hayata veda edecek ve 25 yaşından beri frenginin getirdiği sağlık sorunlarıyla uğraşıyor. Üstelik ekonomik olarak da çökmüş. O kadar genç yaşında 1000’e yakın esere imza atmış. Bunların bir kısmının da para kazanabilmek için bestelediği, sipariş eserler olduğunu düşünüyorum. Bir yandan para kazanma derdi, bir yandan Beethooven’a…
Öykü
1950’lerde, henüz yedi yaşındayken hayatını kaybeden bir dayım varmış. Metin Dayım. Annem yaşça kendisinden oldukça küçük kardeşine, Metin’e çok düşkünmüş. Onun bu erken vedası bütün aileyi ve annemi çok sarsmış. Yıllar sonra bile, bu hiç tanımadığımız dayımızın kısa ömrüne sığdırdığı anıları anlatırdı annem. Onu bizim de çok sevmemizi isterdi sanki. Severdik bizde, küçük dayımızdan gururla söz ederdik. Bir ölüyü yaşatmanın yolu olarak bunu bulmuştu belki de annem. Ama küçük dayıma veremediği sevgiyi verdiği bir başka “kardeşi” vardı annemin. Dayısı Cemal…
Fil Uçuşu uzunca bir süredir teknik sorunlar yaşadığı için bazı konularda hiç yazı yok bu sayfalarda. Bu konulardan biri de Levent Gönenç‘le birlikte 2020’de yayımladığımız Sarmaşık adlı çizgi romanımız. Oysa üstüne en çok yazı yazabileceğim, yayın süreciyle ilgili en çok kulis bilgisini paylaşabileceğim işlerden biri Sarmaşık. Neyse, geç olsun da güç olmasın diyerek iki satır paylaşayım. Kulis bilgilerinden biri de kitabın kapak tasarımı süreciyle ilgili oldu. Hem yayınevi, hem ben, hem de Can Yayınları’nın kapaklarında harikalar yaratan müthiş tasarımcı Utku…
Bir kurmaca metni yazarken bakış açısına karar vermek kadar, anlatıcının kamera açısını belirlemek de önemli ve zahmetli. Bu hikâyeyi kim anlatacak, sorusunun devamıdır o kamera açısı: Anlatıcımı belirledim. Peki ama nasıl anlatacak? Roald Dahl’ın “Şeker Henry’nin İnanılmaz Öyküsü”adlı kitabının ilk öyküsü Hayvanlarla Konuşan Çocuk, bu soruyu tartışmak isteyen okurlar ve yazarlar için zihin açıcı bir örnek. Dahl öyküsünü “ben anlatıcı” ile aktarmayı seçmiş. Öykünün giriş bölümlerinde, karşımızda bir kurmaca karakter olmadığını, Roald Dahl’ın doğrudan bizimle konuştuğunu düşünüyoruz. Ama bu bölümde bile…
Deniz Karanfil ödüllü bir şair. Öykü kitabı Salyangozlar, Sandalyeler, Bulutlar yeni çıktı. Kitap Can Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabı geçen hafta okudum. Bulut, Sinek Esma’nın Cenaze Merasimi, Küçük Bir Ölüm, Salyangoz ilk okuyuşta zihnime nüfuz eden öyküler oldu. Dört öykünün adını andım diye öyküleri yarıştırıyorum sanılmasın. Kitabı severek okudum. Tam bir dil işçisi Deniz Karanfil. Görkemli bir düğünün orta yerine kurulup içinde pilav pişirilecek bakır kazanı yapan usta geliyor aklıma okurken. “Çırağım falan yoktur, tek başına döverim ben kazanı,” diyen usta….
Italo Calvino’nun Seçme Mektuplar’ı, aydın olmanın netlik ayarını yapıyor. “Yazmak her zaman faydalı bir şeydir. Yanlış şeyler yazarsan (ve tabii bunu fark edersen) o hatalardan sakınmayı öğrenirsin. Güzel şeyler yazarsan, bunlar daima güzel kalır ve onları bugün ya da beş yıl sonra yayımlaman fark etmez.” Bu satırlar Italo Calvino’nun, 19 Ocak 1947’de Marcello Venturi’ye yazdığı mektuptan. O gün için, 24 yaşındaki genç bir yazarın romantik cümleleri olarak okunabilir. Ama bugünden bakınca, 62 yıllık yaşamının tümünü inandığı değerlere adayan bir büyük…
Belirsiz coğrafyalarda dolaşmayı, bu coğrafyaları “şimdiki zaman” dilinden aktarmayı çok iyi biliyor Engin Türkgeldi. Zamanı öyle ustaca kullanıyor ki, yavaşlatıp-hızlandırdığı anlar arasında okurunda geniş düşünce alanları bırakıyor. Mükemmel Bir Gülüş öyküsünde şöyle diyor: “Düşüşüm öyle yavaştı ki, bedenim hiç toprağa kavuşmayacak sandım.” Bu “uzayan zaman”, düşmekte olan bütün karakterlerinin-anlatıcılarının ortak yazgısı sanki. Biz okurları da, o yazgıya mecbur bırakıyor. Dünyanın hangi zamanında yaşarsak yaşayalım, bitmeyen bir düşüşün ortağıyız belki de. Kitapların arka kapak yazıları, kimi zaman abartılı kimi zaman da…
Dilek Türker, Avucumda Çimen İzi ile geldi. İlk kitap. Öyküler. Bu kitaptaki öykülerin bazılarının yazılma sürecine tanık oldum. Tanıdığım ilk gün Dilek Türker’in öyküde karar kılacağını, direteceğini ve ısrarla üstüne gideceğini anlamıştım. Bu kararlı hali son on yılda adını duyduğumuz birçok öykücüde görüyorum. Köşe başlarını romancılar tutsa da, geri adım atmaz öykünün emekçileri. Bak, kendimi tutamıyorum yine. Sloganlar falan yazmaya başladım. Öykü sevgisi kontrolü kaybettiriyor tabii. Oysa Dilek, böyle sloganları-büyük lafları sevmez. Nereden biliyorsun, diyeceksiniz. Az sayılmayacak bir süre aynı…
Yorulmuşum. Gerindim. Esnedim. Ağırlaştım. Daldım. Uyudum. Susadım. Kalktım. Üşendim. Yattım. Uyudum. Öptü. Uyandırdı. Güldüm. Öptüm. Sarıldık. Uzandık. Gecikiyorduk. Kalktık. Yıkandım. Kurulandım. Giyindim. Giyinmiş. Hazırlanmış. Çıktık. Kilitledik. Fırladık. Yürüdük. Bindik. Tutunduk. Baktık. Düşündüm. Düşündü. Düşündük. İndik. Üşüdük. Sokulduk. Sarıldık. Yürüdük. Konuştuk. Dertleştik. Hüzünlendik. Tartıştık. Aydınlandık. Geldik. Soyunduk. Oturduk. İçtik. Isındık. Okuduk. Yazdık. Okuduk. Yazdık. Yorulduk. Baktık. Konuştuk. Şaşırdık. Konuştuk. Baktık. Gördük. Tiksindik. Konuştuk. Kararlaştırdık. Kalktık. Giyindik. Çıktık. Yürüdük. Koştuk. Üşümüyorduk. Kararlıydık. Vardık. Toplandık. Kalabalıklaştık. Dinledik. Öfkelendik. Dinledik. Hırslandık. Dinledik. Büyüdük. Konuştum….
Büyüyen Eller, 1937 tarihli bir öykü. Julio Cortazar bu öyküyü yazdığında 23 yaşında. Dünya, bir büyük savaştan çıkmış. İkinci büyük savaşa girmesine az zaman var, zemin kaygan. Babasız büyümüş bir çocuk Cortazar. Avrupa’da başlayıp Buenos Aires’te süren bir yaşam. Üstelik bu öykünün yazıldığı yılların sonrasında yeniden savrulacak coğrafyalar arasında. Modernizm etkileri sanat üretimine iyice sarılmış durumda. Birey yeniden ayağa kalkmaya çalışıyor. Dünyanın acısıyla yüzleşebilmenin yollarından biri, büyük alegoriyi yaratmak. “Sen ödleğin tekisin, aşağılık birisin ve üstelik kötü bir şairsin,” diyen…