Öykü

01 Tem: Sözlük.06

S SÜSLEN BERBERİ: Boşnak Muharrem Usta’nın berber dükkânı cicili bicili kolonya şişeleriyle, sapsarı bir otomobilden el sallayan çıplak kız tablosuyla, gürültüyle yanan sac sobasıyla, takvimin üstünde duran guguklu saatiyle ve tabii ki müdavimleriyle öykümüzün en sıcak berber dükkânlarındandır. Vatman Mustafa, sıhhiye Halil, demiryolu emeklisi Şefkati Bey, fotoğrafçı Rüstem, kalfa Mahmut, çırak Süleyman ve öykü anlatıcısı çırak Recep’in varlığıyla yaşayan mekânın kaderi Muharrem Usta’nın ölümüyle değişecektir. Zaten artık ne Süslen Berberi var, ne de semt insanları ve havasıyla dolu berber dükkanları….

21 Haz: Sahaf: Özgürce koşan-konuşan liseliler!

Sahaf bir edebiyat dergisi. Yazarlarını (şimdilik) tanımıyorsunuz. Çünkü hepsi Reha Alemdaroğlu Anadolu Lisesi öğrencileri. (Editör yazısını saymazsak, son sayısında matematik öğretmenlerinin de bir yazıyla katkısı olmuş.) Son olarak Mayıs-Haziran 2010 tarihli sayısı yayınlanmış durumda. Öykü, şiir, eleştiri, deneme, inceleme ve hatta söyleşilerle dolu 24 sayfalık, saman kağıda basılmış ve Ankara’daki birkaç kitapçıda (Dost, İmge, Turhan) bulabileceğiniz bir dergi. Peki lise öğrencilerinin çıkardığı bir edebiyat dergisinden neden söz ediyorum? Aslında cevap çok basit: “Gençlik kendisi bir yetenektir, çabucak yitip giden bir…

11 Haz: Sözlük.05

  K KARGA HEYKELİ: Siyah mermer kaidesinin üstündeki porselen karga heykeli, hep düşünen, ne düşündüğünü kimseye söylemeyen Karga Vahit’in barındaki üç önemli şeyden biridir. Diğer ikisi: merkezinde karga başı bulunan, akreple yelkovanı gaga biçimindeki saat ve içki. Yalnızlık, kısıtlanmış zaman, tutku… Yalnızdır Sefilcik; tek dostu Karga Vahit’in barındadır. Zamanı kısıtlıdır; karısına yakalanmadan, tek dostuyla olan buluşmasının tadını çıkarmalıdır. Tutkundur; duyduğu “Gaak!” sesini hemen kendi diline çevirir; “Bir elli gram daha içebilirsin.” Votka, ellişer gram yuvarlanır boğazdan, zaman durur, uçaklar, kuşlar,…

08 Haz: Ubor Metenga Oturumlarını İzlemek İster misiniz?

    Mayıs ayıyla birlikte Ubor Metenga buluşmalarının da sonuna gelmiş olduk. Aslında buna son değil, “sezon finali” demek daha doğru olacak galiba. Çünkü gönlümüz bu öykü çözümleme buluşmalarını sonbaharda da sürdürmekten yana. Can Yayınları ve İKSV Salon, bu oturumların katılımcılar açısından mükemmel geçmesi için elinden geleni yaptı. Yine de, rezervasyonların ilk günden dolması nedeniyle, yer bulmakta zorlanan edebiyatseverler oldu. Ayrıca İstanbul dışında yaşayan okurlar da bu etkinliklere katılmak istediklerini belirten e-postalar gönderdiler. Okurun ve basının bu ilgisi, elbette Ayfer Tunç,…

06 Haz: Sözlük.04

   R ROM: Rakı içilir öykümüzde; şarap, votka, bira, kanyak… Daha başkaları da vardır mutlaka ama bardaktaki oynak sıvının rom olduğu metinlere az rastlanır… Bir marinada oturur adamla kadın. Konuşurlar. Kuzeyden esen serin rüzgârın getirdiği derin bulutlar tepeleri örtmeye başlamıştır. Ayrılığın rüzgârı da serttir. Anılar, bulutların arasındaki küçük yırtıktan süzülüverir. Mehmet Günsür’ün anlatıcısı rom içen bu çifti dinlemektedir; kendini dinlemektedir: “Konuşmayanların, bilerek kaybetmek istedikleri için konuşmadıklarını düşündüğüm olur.” Rom, güzel bir içkidir. (Mehmet Günsür, Nasıl Dinlenilir?) Meraklısı için not: Dileyen…

artcow19

04 Haz: Brüksel’deki Öküzler

“Şehrin her yerine koymuşlar,” diyor kocaman kocaman gülerek, “ikiyüz tane öküz; çarşıda, parkta, havaalanında, bina önlerinde, sokak aralarında, rengârenk ikiyüz öküz heykeli.” Bıyıkları yanlara doğru beyazlamaya başlamış. “Ben öküz diyorum ya, hanım kızıyor, neymiş efendim, inekmiş onlar, memeleri varmış.” Bir yandan parmaklarının arasında kıstırdığı kesmeşekeri ikiye bölmeye çalışıyor. Kırt: Çay kaşığı sesinin habercisi. “Laf aramızda haklı, ama ben anlamam inekten-boğadan-mandadan, dolu dolu öküz demeyi severim.” Güneş, küçük kahvenin kareli masa örtüsünde varlığını hissettiriyor. “Çocuklar memelerinin altına yatıyorlar, süt emmek ister…

01 Haz: Sözlük.03

  J JOSEPH FUCHS: 1400 yılından bu yana kentin cellâtlığını yapan, ortaçağdan beri kızıl saçlı olan Fuchsların atalarından kalma bıçağı mahzene kaldırıp, cellâtlığa veda eden temsilcisi. Cellât Fuchs ailesi; kimse onlarla konuşmaz, onlara bir şey satılmaz, kesilen bütün başların lanetiyle yaşarlar. Günün birinde kanun değişir, belediyedeki cellâtlık görevi sona erer Joseph Fuchs’un. Bir başka göreve atanmak, surun yanındaki atadan kalma evden çıkıp kenttekilerin arasına karışmak, oğullarının diğer çocuklarla futbol oynadığını izlemek… bir gün bir geneleve gitmek… olanaksızdır. Bütün kapılar kapalıdır….

26 May: Sözlük.02

    D DALLAS: 80’ler. Toplumsal belleğimizin ortak paydası. Kültürel emperyalizm. Heyecan fırtınası. Bebeklerine Bobby adını vermek isteyenlerden, Dallas’a gitmek için evinden kaçanlara uzanan bir histeri krizi… YARATI VAKFI üyeleri de bu histeri krizine katılır. Büyük sanatçıya Türkiye’de ne kadar sevildiğini göstermek için birörnek Sue Ellen başı yaptıran dilbilir annelerimiz. Körebe gazetesinin açtığı yarışmayı kazanıp, Sue Ellen’la ‘tipik’ bir Türk akşam yemeği hakkını kazanan ‘tipik’ Türk erkeği Recep Alkan. Roze şarap, kırık dökük bir sohbet, sessizlikler, şişen ayaklar… Histeriye atılan tokat…

23 May: Sözlük.01

    A ARTIK HİÇ ÜZÜLMEYİN SOKAĞI: Kimsesiz bir Ankara gecesinde, yıllardır arandığı halde, beklenmedik bir an’da rastlanan sokaktır. Anlatıcının belleğinin koridorlarını darmadağın eden, Rio de Janerio’nun çığlığıyla, Frankfurt Radyo Kulesi’nin bir ok oluşuyla, New York’un kırık parçalarını sergilemesiyle, dünyanın dört bucağından gelen onlarca imgenin savrulmasıyla kararan bir gecede son duraktır Artık Hiç Üzülmeyin Sokağı. Öykünün sonunda, anlatıcı sokağın kaldırımına yığıldığında, kırık bir teleferik avucundan dışarıya yuvarlanır. Bu kadar duyguyu taşımaya hangi teleferiğin gücü yetebilir ki? Artık hiç üzülmeyin diyen bir…

20 May: Polisiye Yazamamak

   Değerli okurlar; Uzun süredir üstünde çalıştığım polisiye romanı ne yazık ki tamamlayamadım. Öncelikle bu kitabın beklentisi içine girmiş okurlardan özür dilerim. Ayrıca bir özür de, durmadan kitabımın gelip gelmediğin soran okurların yoğun baskısından rahatsız olan kitabevi sahibi dostlarıma. Bekletip bekletip, sonra da yazamadım demek yakışıksız bir davranış biliyorum ama samimiyetime güveniniz ki, haklı nedenlerim vardı. Her şeyden önce, polisiye-sever kesimin pek merak etmediği, ancak bir diğer kesimin diğer kitapçı dostlarıma sormaktan bıkmadığı öykü kitabımla uğraşıyordum. Ama polisiyemin yazılamama nedeni…