Öykü

hesl_491782y

29 Ağu: Christina Hesselholdt: Portre

Danimarka edebiyatından küçük bir örnek… 1962 doğumlu Christina Hesselholdt, Fil Uçuşu’na 1998 yılında Rosinante yayınevinden çıkan ve yazarın çocukluk dönemine ilişkin elli öyküsünden oluşan Hovedstolen (The Principal) adlı kitabındaki “Portræt” isimli öyküsüyle konuk oluyor. Danimarka basını yazardan övgüyle söz ediyor. Erik Svendsen (Jyllands-Posten): “Alışılmamış yapıda, görülmeye değer bir çok-sesli mücevher. Dil ve kimlikle yaşatılan bir deneyim.” Christa Leve Poulsen (Børsen): “Hesselholdt’un edebiyatında anlamı bulmak için fazlaca aramanıza gerek yok çünkü zaten sayfalardan taşıyor. Hesselholdt yazıya bakışını şöyle özetliyor: “Zaman geçmek…

rifat_ilgaz

27 Ağu: Sözlük.40

U USTURA: Rıfat Ilgaz’ın kalemiyle girdiğimiz bir berber dükkânı… Musluk tamirinden kırık küplerin yapıştırılmasına elinden her tür iş gelen bir berber… Berberin hem gevezeliğine hem de sakarlıklarına katlanmak durumunda kalan öykü anlatıcısı/müşteri… “Nerde o eski tıraş fırçaları?” diye başlar öykü… Ardı arkası gelmez söylenmelerin: Nerde o eski kayışlar, nerde o eski usturalar, nerde o eski kantaşları, nerde o eski sabunlar, nerde o eski taraklar, nerde o eski çıraklar… Elbette öykünün sonunda kafası gevezelikten şişmiş, yüzünde kesilmedik yer kalmamış müşteriye söyleyecek…

mahirunsaleris

26 Ağu: Çocukluğumuzun netlik ayarı

Ankara’da geçen bir çocukluk denize uzak olmak demektir. Denize ve deniz insanlarına. Güneşten sararmış saçların, güneşe emanet edilmiş tenlerin, kırık midye kabuğuyla kesilmiş ayakların hayali demektir. “Ben kolluksuz yüzüyorum oğlum,” cümlesinin çocukluğun o öfkeli, tiz sesiyle haykırılacağı güne kadar nöbet tutmak demektir. Altı ya da yedi yaşlarındaydım. Babamın düzensiz bir işi, dayımın kapı gibi memuriyeti vardı. Bizim aile için yaz tatili dede evinde geçirilen günler, dayımlar için ise kamp anıları demekti. Sonunda o yaz biz de, dayı torpiliyle, Petrol Ofisi’nin…

10 Tem: Yeni Bir Başlangıç: Son…

Biliyorsun, bizim her türlü yalnızlığımız Yeni bir dil olacak yarın. Edip Cansever …ve işte biliyorsun bu yüzden sevmem yeni başlangıçları. ve hatta sevmem sahibini kaybetmiş mektuplara yeniden başlamayı. iç suskunluğumun saygısız zehrini, yok et. sadece… sadece izin ver…

10 Tem: Yeni Bir Başlangıç: Sen…

Sen, Başka ne diyebilirim ki sana? Sen sen’sin, ben de ben. Biz olmak için gösterdiğim aptalca çabanın sonunda sadece bunu öğrendim. Ben ne yaparsam yapayım, sen tersini yapacaktın. Aramızdaki bu dengeli ters’lik asla değişmeyecekti, değişemezdi. Değişmemek konusunda gösterdiğin inada, ancak kendimle kalarak yanıt verebilirdim. Ama o zaman da bencillikle suçlanacaktım. Zaten öyle olmadı mı? Sana her baktığımda kendimi görmekten bıkmasaydım, böylesine bencil olur muydum? Ardına sakladığın sırrın gizemini çözmüş olsaydım, böylesine kopar mıydım senden? Sende başka bir dünyayı da görebilmenin…

10 Tem: Yeni Bir Başlangıç: Canım…

Canım, Yazdığım anda yanlış yaptığımı anladım. Buna kızdığını biliyorum. Gece atıştırmaları için gittiğimiz yerdeki satıcının sürekli olarak “Sizin neyiniz vardı canım?” demesi, bu sözün seni kızdıran bir söz olmasına neden olmuştu. Ne diyeceğimi bilemediğimden yazıverdim. Bir anda oldu, özür dilerim. “Sizin neyiniz vardı canım?” Oysa şimdi bu soruyu ne kadar da rahat yanıtlarım. Mutsuzluklarımız var, kendimizle barışamamışlıklarımız, hırslarımıza yenik düşmelerimiz, yarı yarıya dolu olan bir bardağı ters çevirip altına bakma merakımız, mağara duvarlarına çizilmiş tarihi resimleri kazıyıp, acaba bunun da…

10 Tem: Yeni Bir Başlangıç: Dostum…

Dostum, İşte şimdi ne anlatacaksam anlatabilirim değil mi? Sana dostum dediğimde bundan rahatsız olduğun anları unutarak sözlerime başlayabilirim değil mi? Önce dost olmalı, dediğin halde, bunu duyduğunda nasıl da sinirlendiğini hiçe sayarak yazmaya başlayabilirim değil mi? Başlayamam. Korktuğumdan, çekindiğimden ya da kendime yasaklar koyduğumdan değil. Seni kırmak istemediğimden başlamam. Herşeyden önce dostun olmanın ne kadar önemli olduğunu, içimde yaşamak istediğimden başlamam. Kimi sözlerin, söylenmedikçe parladığını bildiğimden başlamam. Denizaşırı bir ayrılık, günlerce telefonla haberleşmemize neden olmuştu hani. Dünyanın en yeşil kentinden…

10 Tem: Yeni Bir Başlangıç: Merhaba…

Merhaba, Geceleri uykumuz kaçtığında oynadığımız o oyunu hatırlıyor musun? Hani ortaya bir söz atar, sonra da yabancılaşana kadar o sözü tekrar ederdik. Zıbın… “Ne demek yahu zıbın?” diyene kadar tekrarlardık. Zıbın,zıbın, zıbın… Bana hep, böyle aptalca bir oyundan zevk aldığımızı birileri duyarsa bize deli derler, derdin. Kim ne derse desin, ben o oyunu hâlâ, tek başıma da olsa oynuyorum. Merhaba, diye başlayınca, birden aklıma o oyunun gelme nedenini anlamışsındır herhalde. Seninle konuşurken söze, Merhaba, diye başlamak birden garip geldi. Yabancılaştım….

10 Tem: Yeni Bir Başlangıç: Sevgili…

Sevgili, Ah, kusura bakma. El alışkanlığı işte. “Sevgili” sözünün seni rahatsız edeceğini düşünemedim. İnsan bazı şeyleri rahatlıkla kabul edemiyor. Kalem dursa, dil durmuyor. Dil kilitlense, beyin özgür bırakıyor. Beyin tutuklansa, ruh kaçıp gidiyor. Ne kadar garip değil mi? Senin kaçışında, ruhun herşeyden önce davrandı. Bedenin koşamadı, beynin uzun süre direndi. Sözlerin… Sözlerin hâlâ benimle. Zaten ben bir tek sözleri severim. Yine de kimi sözlerin seni rahatsız edeceğini bildiğimden baştan başlamak istiyorum. Ama geçmişi silmeden. Hani o kentin en çağcıllaşmış bölgesinin,…

thereader

19 Haz: Yaz Yalanları

Bernhard Schlink, ‘Okuyucu’ adlı romanıyla dünya çapında geniş okur kitlelerine ulaştı. Benim tanışmam da Stephen Daldry‘nin romandan aynı adla uyarladığı filmle oldu. Bir Kate Winslet hayranı olarak ayrı bir ilgiyle izlemiştim filmi. İkinci Dünya savaşı’nın insan ilişkileri yönüne farklı bir açıdan yaklaşıyor, üstelik edebiyatı merkeze alan bir okuma yapıyordu Schlink. Nazi iktidarının yıkımını aile çevresinde yaşamış olan ve süreci içeriden bilen bir kalemde bu farklı okuma daha da ilgi çekici bir hal alıyor elbette. Dünya çapında tanınırlığını ‘Okuyucu’ya bağlıyorum ama…