“Günlerin Köpüğü”nü 1984 yılında okumuştum. On altı yaşımdaydım. Heyecanlı ve aşıktım. Kitabın büyük bir bölümünü Kuğulu Park’ın banklarında okuyup bitirmiştim. Bildiğim bir okuma deneyiminin sunduğundan çok farklı sayfalar vardı karşımda. Farklı bir dünya. Ama o özel dünyanın, yeni kelimelerin, farklı anlatımların, özgür zaman-mekan anlayışının içinde öyle bir aşk hikayesi duruyordu ki karşımda bitmeyen bir coşkuyla, ezberlemek istercesine okumuş, sonrasında da yorulmaz bir Boris Vian takipçisi haline gelmiştim. Boris Vian edebiyatının önemli bir yeri vardır hayatımda. Türkçeye çevrilmiş bütün eserlerini defalrca okudum….
Roman
Bir süre önce Fil Uçuşu’nda, okumadığım bir kitabı önermiştim: Engin Ergönültaş‘tan “Minare Gölgesi”. Buradaki vurgu, okumamış olduğum kitap kısmında. 8 Mart tarihli ve “Engin Ergönültaş’tan Bir Roman: Minare Gölgesi” başlıklı o yazıdan sonra bir okur haklı olarak, okuamdan kitap önermem konusunda beni eleştirmişti. Oysa yazı heyecanla beklenen bir romanı, çok kişiyle aynı anda okuyabilmenin tavsiyesi idi. Şöyle demiştim: “İletişim Yayınları‘ndan ustanın romanının çıkacağı haberi geldiğinden beri heyecanlıyım. Sonunda dayanamadım, okumadan tavisye etmeye karar verdim. Ama tavsiyem romanla sınırılı değil. Ulaşabildiğiniz…
İtalyan yazar Niccolo Ammaniti’nin şenlikli romanı “Eğlence Başlasın”, Mantos ve Ciba’nın paralel akan hikayesi çerçevesinde şenlikli, tuhaf, karmaşık bir atmosfere davet ediyor okurunu. Saverio Moneta ya da karanlık dünyasının görkemli adıyla Mantos, ‘Abaddon’un Vahşi Hayvanları’ adlı satanist grubun lideri. Ancak şeytanın hizmetinde en akıl almaz eylemlere imza atarak kötülüğün tarihine adını yazdırmak isteyen bu grup sadece dört kişiden oluşuyor. Toplumsal piramidin dibinde yer alan dört zavallı. Zaten liderleri Mantos da ancak kayınpederinin yanında köle gibi çalıştığı mobilya mağazasındaki mesaisinden ve…
Yayıncıların dilinden konuşacak olursan “teliften düşmüş” kitapların aynı zamanda okurun kafasını karıştıran kitaplar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. O meşhur klasikler iyi-kötü çevirilerle, özenli-özensiz baskılarla birçok sayıda yayınevi tarafından basılır, okurun karşısına getirilir. Sonuçta olan okura olur. Kafalar karışır. Çevirisiyle, redaksiyonuyla, baskısıyla ve daha pekçok özelliğiyle alkışı hakeden yayınevlerine lafımız yok. Ama tam bu noktada okurlara bir öneri; sadece kitabın adıyla, yazarıyla ilgilenmeyin; yayınevine, çevirmenine, editörüne mutlaka bakın. İyi okur olmanın bir adımı da, iyi kitaba doğru kaynaktan ulaşmayı öğrenmek. Şimdi gelelim…
Alessandro Baricco sevdiğim bir yazardır. Tanışmam sinema sayesinde olmuştu. Tim Roth’un nefis oyunculuğuyla Bindokuzyüz‘ü izlediğimde yazarın hayal dünyasına da hayran olmuştum. Bu filme esin kaynağı olan kitabı okumamla bu hayranlık daha da güçlenmişti. Çünkü sadece hayal dünyasının çekiciliğinden ibaret yazarlardan değildi Alessandro Baricco. Dili ve kurguyu maharetle kullanan, ekonomik bir anlatının içinde akılda kalıcı sahneler yaratamayı başaran bir ustaydı. Baricco’nun son romanı Mr.Gwyn uzun süre elimde dolaştı durdu. Nedendir bilmem, iki üç bölüm okuduktan sonra duruyor, yeniden dönebilmek için baştan…
Bir kitabı okumadan tavsiye edeceğim şimdi. Yazarının adını söylediğimde, özellikle bir kuşağın neden böyle yaptığımı anlayacağını düşünüyorum: Engin Ergönültaş. Ankara yıllarımda, dostum Levent Gönenç ile mizahın muhalefetiyle adım adım ilerlemeye çalıştığımız o yıllarda, Engin Ergönültaş adı bizim için tanığı olamayacağımız dünyalara açılan bir pencereydi. Şehrin korunaklı alanındaki yaşamlarımızın kapalı ve kırılgan haliyle yüzleşebilmemiz için bir pusulaydı onun çizdikleri. Levent Cantek “Türkiye’de Çizgi Roman” adlı kapsamlı ve önemli kitabında çerçeveyi daha iyi çiziyor: “Ergönültaş, ezilmiş insanların, marjinallerin argoyu, cinselliği, şiddeti kullanışlarını…
Üstünde roman yazan her kitaptan edebi bir tat almayı beklemek, en basitinden safdillik olur. Hatta kimi okur, kimi zaman normalde algısını yorduğundan daha “hafif” bir okuma yolculuğu ister. Eh buna da tamam; kim ne karışır. Zaten raflar böylesi kitaplarla dolu, dileyen dilediği tarzda bir “hafif kitap” bulabilir kendine. Üstelik bu kitapların çoğunun kapağında “uluslararası çok satar” etiketi pırıl pırıl parlamaktadır. Arka kapakta birkaç gazeteden, ünlüden alıntılar falan filan… Kedilere olan düşkünlüğüm böylesi bir kitabı başucuma taşıdı: Yeni bir yayınevinden Yabancı…
Sözü önce José Ortega Y Gasset alsın. “Roman Üstüne Düşünceler” isimli denemesinin ilk satırlarında şöyle diyor üstat: “Yayıncılar, roman piyasasının daraldığından yakınmaktalar. Gerçekten de eğilim, aslında eskiden olduğundan daha az sayıda roman satılıyorken, ideolojik içerikli yapıtlara olan talebin artması yolunda. Bu yazınsal türün çökmekte olduğunu ileri sürmek için romanın, kendinden kaynaklanan daha içsel nedenler bulunmasaydı bile, kuşkulanmak için bu istatistiksel veri yeterdi. Kimi dostlarımdan, özellikle de bazı genç yazarlardan bir roman yazmakta olduklarını işittiğimde, bunu nasıl olup da sakin bir…
Kısa, roman dünyasının dolambaçlı yollarına sapmadan tadında-dozunda anlatmayı seven bir roman Mutlu Moskova. Andrey Platonov‘la biz okurları tanıştırdığı için Metis Yayınları‘na ve kitapların çevirmeni Günay Çetao Kızılırmak‘a teşekkür etmek gerekiyor. (Çevirmenin daha önce Platonov’dan yaptığı Çevengur çevirisiyle Dünya Kitap Yılın Çeviri Kitabı ödülünü aldığını hatırlatayım.) Bu romanında Stalin dönemine çeviriyor bakışlarını Platonov. Propagandalarla gerçekleri, idealize edilenle yaşananı karşılaştırırken didaktik olma tehlikesine düşmüyor. Çünkü kaleminin ucunda birey var; toplumsal olana ulaşma yolunda bireyin sahiciliğinden faydalanıyor. Bunu yaparen çok net bir şekilde…
Aynı dönemde “Pal Sokağı Çocukları”nı birden fazla kez anmam tuhaf. Öyle oluyor bazen, çocukluk çağırıyor. Gerçi aynı durum “Günlerin Köpüğü” için de geçerli; demek ki gençlik de çağırıyor. Çağırıyorlar çağırmasına da bu yaşımdan bir yere gideceğim yok. Ne düne ne yarına. O an nefes alıp veriyorum, hepsi bu. Gazeteci arkadaşım Elif Tanrıyar sormuştu bir süre önce, “Hayat yolculuğunda yanında olan kitaplardan birkaçını söylesene”, demişti. İki satırlık bilgiler eşliğinde bir liste yolladım, bazı kitaplarda kesişme yaşadığımızı söyledi. “Hangi kitaplar?” demedim. Sizin…