Defalarca söylediğim bir şeyi tekrar edeyim. Oksijen Gazetesi’nin O2 adlı ekinde yer alan “Rafta Kalmasın” köşesi, bir “kitap eleştirisi” köşesi değil. Bir “tanıtım” köşesi. Yani okuyup beğendiğim bir kitabı, yeni okurlara ulaştırmak istiyorum. Bir kitabı potansiyel okurlara tanıtmak ve onların ilgisini çekmek amacındayım anlayacağınız. Bu köşede, yayımlanmasının üstünden zaman geçmiş, hala kitapçılarda bulunsa da unutulmuş olan, zamanında gözden kaçırıldığını düşündüğüm, daha fazla sayıda okura ulaşmasını dilediğim kitapları “tanıtmaya”, hatırlatmaya çalışıyorum. Bunu yaparken eleştiri alanına girebilecek ufak dokunuşlar yapıyorum. Ama bu dokunuşlardan yola çıkarak kendimi “eleştirmen” olarak tanımlamam yanlış olur. Bu köşeyi, iyi bir okurun, okuma yolculuğundaki notları diğer okurlarla paylaşma arzusu olarak görebilirsiniz.
Burada anlaştıysak devam edelim.
Tanıttığım (hakkında yazdığım) kitapların tamamı kütüphanemden. Bazı kitaplar zamanında yayınevi tarafından yollanmış oluyor, ama çoğunluğu satın aldığım kitaplar. Bu hafta tam da öyle bir kitaba bakarken, gazetecinin objektifliğini, soğukkanlılığını, konuyla-özneyle-nesneyle mesafeli ilişki kurması gereğini düşündüm. Artık pek konuşulmayan bir konu bu. Örneğin bir filmin gala partisine katılan, ekiple samimi pozlarını sosyal medyada paylaşan birinin yaptığına gazetecilik diyebilir miyiz? Ya da bir konsere davetli olarak giden, protokol koltuklarında oturtulan birinin yazdıklarını ne kadar objektif bulabiliriz? Ne mutlu ki, etkinliklere bu dediğim koşullarda katılsa da hala “gazetecilik” yapan, hala “eğriye eğri-doğruya doğru” yazan gazeteciler var. Eminim o isimler de ortada bir “toz-duman” olduğunu görüyordur.
Şunu da söyleyeyim: Bu durum sadece kültür-sanat dünyasına ya da ülkemize has bir durum değil. Açıkçası diğer alanlarda durum çok daha sıkıntılı bence.
Dünyada da durum böyle… Dünyada da halkla ilişkiler şirketleriyle içli dışlı çalışan, “tanıtımcı” yönü ağır basan gazeteciler var. Bu isimlerin önerileri satış rakamlarını, gişe gelirlerini doğrudan etkileyebiliyor. Estetik algıları, sanat etkinliklerine yaklaşımları takdir edilen isimler bunlar. Bence bunda bir sorun yok. Özellikle kültür-sanat dünyasının bu tanıtımlara ihtiyacı var. Ancak sosyal medyanın hakimiyeti arttıkça, gazeteci ile tanıtımcı arasındaki sınır iyice muğlaklaşıyor.
Gazeteci ile tanıtımcı arasındaki bu sınırın muğlaklaşması, okuyucular açısından da önemli soruları beraberinde getiriyor: Bir metni okurken ya da bir yorumu dinlerken bunun bir gazetecinin objektif gözlemine mi, yoksa bir tanıtımcının yönlendirilmiş ifadesine mi dayandığını nasıl anlayabiliriz? Bu farkındalığı sağlamak giderek daha zor hale geliyor çünkü sosyal medyada yayılan içerikler genellikle bu iki rolü birbirine karıştırıyor.
Tam da bu yüzden, bir okur olarak eleştirel düşünme yetimizi kaybetmememiz gerekiyor. Önerilen bir kitabı, filmi ya da müzik albümünü değerlendirirken, öneriyi yapan kişinin pozisyonunu, motivasyonlarını ve bağımsızlığını sorgulamalıyız. Objektif bir değerlendirme mi yapılıyor yoksa bir pazarlama çalışmasının parçası mı?
Benim yaptığım ise bu iki rol arasında bir denge kurmaya çalışmak. “Rafta Kalmasın” köşesinde yer verdiğim kitaplar için bir tanıtım yaparken, okuma sürecimde edindiğim izlenimleri de paylaşmayı tercih ediyorum. Ancak bu izlenimler, tamamen kişisel okuma zevkime ve deneyimime dayanıyor. Ne yayınevleriyle, ne yazarlarla ne de başka bir çıkar ilişkisiyle bağım var. İşte tam da bu yüzden, burada yazdıklarımı bir öneri olarak görmenizi istiyorum, mutlak bir yargı olarak değil.

Bir öneride bulunurken, kitabın bana ne hissettirdiğini, hangi yönleriyle etkileyici bulduğumu veya okurken beni düşündüren yanlarını öne çıkarmaya çalışıyorum. Elbette ki bu öznel bir yaklaşım. Her kitap her okura hitap etmez; benim burada bahsettiğim bir kitap, bir başkası için sıradan veya ilgisiz bulunabilir. Bu gayet doğal.
Sonuç olarak, gazeteci ile tanıtımcı arasındaki çizginin bulanıklaştığı bu çağda, ben bir okur olarak yola çıkmayı ve bu yolculuğumda karşıma çıkan eserleri sizinle paylaşmayı seçiyorum. Bunu yaparken, okuma keyfini ve keşfetme heyecanını canlı tutmayı öncelikli görüyorum. Sonuçta edebiyat, tıpkı yaşam gibi, hepimizin farklı renkler ve tatlarla deneyimlediği bir yolculuk.
Yekta abi sizin bir yazınızda bahsettiğiniz Ben Buradan Okuyorum kitabınızı listeme ekledim. Yazarın kendisiyle de iletişime geçtim çok nazik bir şekilde sorularıma yanıt verdi. İletişime geçmeyi seviyorum. Abi önerilerin için teşekkür ederim. İyi ki varsın 🙂
[…] Fil Uçuşu’nda “Tanıtımcı Gazetecilik” diye bir yazı […]