Telef: Bir Cumartesi Anneleri ağıdı

Attilâ Şenkon ile Ocak ayının sonunda Ankara’da sohbet ettik. CerModern’in o harika kafesinde. Bir etkinlik için oradaydım. Attilâ erkenden gelmiş, sohbet süresinden çalmak istememiş.Hayattan, işlerden, okuduklarımızdan, yaşadıklarımızdan konuştuk. Güzel haberi de o sohbet sırasında verdi. “Yeni kitap geliyor,” dedi, “İletişim’den…”

“Adı ne?” dedim.

“Telef” dedi.

Telef, sonunda raflarda.

O gün, her daim yanında ve her daim dolu olan çantasından çıkarmıştı dosyayı Attilâ. O da, benim gibi, dosyayı yayınevine mail ile göndermeyi başaramıyormuş hâlâ. “Mutlaka çıktısını alıyorum, ciltletiyorum, öbür türlüsü içime sinmiyor,” dedi. Hızlıca bakmıştım dosyaya. Sanki herkesin içinde okursam büyüsü bozulur gibi. Sanki, o sıkışık zaman diliminde okursam, kelimelere ihanet edermişim gibi.

İyi ki de öyle yapmışım.

Telef, yoğunlaşılmış bir okumaya davet ediyor okurunu. Kısa ama yoğun bir okuma süreci gerektiriyor. Çünkü Attilâ Şenkon, bu kitapta hem bireylerin hem toplumun hem de dünya denen ikiyüzlünün en derindeki yaralarına sokmuş kalemini. Kanatmaktan korkmadan.

Bir Cumartesi Anneleri ağıdı bu kitap. Kalanların, gidenelere yaktığı ağıtlar. Gidenler mi? Giden yok ki. Geçmiş zaman kipiyle konuşmak yok. Umudun diliyle anlatmalı hikayeyi.

Şenkon, kitabında iki zorluğun üstesinden kolaylıkla geliyor. Anlatısını romantikleştirmiyor ve öfkesine yenik düşmüyor. Bu iki uçtan uzak dururken, “ortadan” bir anlatıcı olmayı da seçmiyor ama. Tarafı belli. Meselesi belli.

Nâzım Hikmet‘in Memleketimden İnsan Manzaraları‘nı düşündüm Telef’i okurken. Bir karşılaştırma yapmak ya da ilişki kurmak amacıyla değil. Sadece bu memleketin insanına yazdırdığı ağıtları, zamana yayarak düşünmek için.

Göz göre göre yaşananların ağıdı Telef.

Kalemine sağlık Attilâ.

bir yorum bırakın