Fil Uçuşu uzunca bir süredir teknik sorunlar yaşadığı için bazı konularda hiç yazı yok bu sayfalarda. Bu konulardan biri de Levent Gönenç‘le birlikte 2020’de yayımladığımız Sarmaşık adlı çizgi romanımız. Oysa üstüne en çok yazı yazabileceğim, yayın süreciyle ilgili en çok kulis bilgisini paylaşabileceğim işlerden biri Sarmaşık. Neyse, geç olsun da güç olmasın diyerek iki satır paylaşayım. Kulis bilgilerinden biri de kitabın kapak tasarımı süreciyle ilgili oldu. Hem yayınevi, hem ben, hem de Can Yayınları’nın kapaklarında harikalar yaratan müthiş tasarımcı Utku…
Bir de Baktım Yoksun
Gülenay Börekçi, yıllardır kültür-sanat konusunda hassas işlere imza atmış bir gazeteci, bir yazar ve hepsinden önemlisi iyi bir okur. Bir süredir Egoist Okur ile hem internet ortamının üreticilerini hem de kültür sanat yayıncılığı yapanları kıskançlık krizlerine sokuyor. Egoist Okur gerçekten çok iyi bir iş. Hem de bunu sadece çok sayıda takipçisinden biri olan ben söylemiyorum. Sitenin, Hürriyet Gazetesi’nin sosyal medya reklam platformu Bumads’in lansman gecesinde aldığı Bumerang Ödülü hepimizi bu harika sitenin gerçekliğiyle yüzleştiriyor. Kültür-sanatla, özellikle de edebiyatla ilgiliyseniz bu…
İnsan yazdığı bir metni ya da bir kitabını başka bir dilde görünce bir an yabancılaşıyor. Hele bir de harflerini bile tanımadığı bir dilde görünce iyice garip oluyor durum. Garip ama sevindirici. Bir süredir beklediğim bir haberdi. Sonunda Nermin Mollaoğlu kitapları getirdi. “Bir de Baktım Yoksun” Maikel Samuel ve Yusuf Doğan’ın ortak çevirisiyle ETRAC Yayınevi tarafından, Mısır’da yayımlandı. Ön kapak yukarıda, arka kapak da aşağıda. Yakın zamanda “Bir de Baktım Yoksun” ile ilgili başka güzel haberler de olacak.
“Hayvanları, özellikle de kedileri sevmeyen bir insan tümüyle sevgisizdir, insanları da sevemez.” Kedi tutukunlarının sıklıkla tekrar ettiği bir sözdür bu. Hatta geçenlerde tanık olduğum bir kedi sevmek-kedi sevmemek tartışmasının da merkezindeydi. Onlar tartışırken ben gurultular çıkararak çayımı içiyordum. Ben kedileri çok severim. Bu nedenle sevmeyenleri daha iyi anlamaya çalışıyorum. Geçenlerde Giovanni Scognamillo ile konuşurken “Sizi ne korkutur?” diye sordum. “Sadece kediler,” dedi. Basit bir çekingenlikten değil, düpedüz korkudan söz ediyor üstad. Şöyle basit bir internet araştırması yapınca karşıma çıkan bilgiyi…
Öykücü Seyit Göktepe’nin Kitap Zamanı’nda “Bir de Baktım Yoksun” için yazdığı yazı. 1. Bakmak, gözün işidir. Görmek, kalbin. Biliriz: Hep oradadır. Sevdiğimiz, özlediğimiz kim varsa oradadır. Duyarız onları. Yanımızda olmasalar da duyarız. İçimizde uyanan bütün duyguların kaynağı onlardır. Bazen seslerini işitir gibi oluruz. Bazen bir iç hesaplaşma onlarla birlikte başlar. Bazen derin bir sessizliktir, sürer gider aramızda. Sonra durup bakarız. Dönüp bakarız. Bir güvercin, şuradan şuraya uçar gibi. Ve sanki kendi canımızdan can gitmiş gibi anlarız: O, yoktur artık. Onlar…
• Tanpınar’ın “Yaz Yağmuru” öyküsü çağırıverdi. Öyküyü (ve elbette Tanpınar’ın bütün öykülerini) her okuyuşta, en geniş anlamıyla rüya kavramını yeniden düşünüyorum. Rüyayı sadece bir davranış ya da çağrışım kaynağı olarak görmekle sınırlı kalmayan, öykünün atmosferine bir mekan olarak kurgulayan estetik anlayışından etkilenmemek olanaksız. Ne zaman Tanpınar okusam, hem bu yazarın hem de rüyaların merkezde olduğu Ayfer Tunç’lu, Murat Gülsoy’lu sohbetlerimizi anıyorum. Sözün özü; Tanpınar okumayı özlemişim. • “Bir de Baktım Yoksun” Arapçaya çevrildi ve Mısır’da yayımlanacak. Bugün Etrac Yayınevi’nden ve…
• Ortaçgil’in yeni albümü demlendikçe lezzet kazanıyor. İlk günlerde “Denize Doğru”ya yoğunlaşmıştım. Bu sabaha “Acıtır” ile uyandım, şu anda bu satırları yazarken “Ayrıntılar” çalıyor. 1969’dan gelen “Niçin” şarkısını dinlerken, geçen ay İzmir’de birlikte olduğumuz Ümit Tunçağ’ın kulaklarını çınlattım. Ümit ve Hülya Tunçağ ile caz konserlerinin önünde-sonunda sohbet etmenin keyfi bambaşkadır. Onların bitmez heyecanları ve tükenmez enerjileri anında sarar insanı. Neredeyse yaşıt olduğum “Niçin”i dinlerken, bu güzel insanların o yıllardaki sohbetlerini kafamda canlandırmaya çalıştım. • İki yeni kitap aynı anda düştü…
…ve bir yıl daha sona erdi… • Yılın son günü. Takvime göre öyle. Yılın son gününden kalanlar, bir anlamda yıldan kalanlar. • Dostlarla “Nasıl geçti, anlamadık,” konuşmaları yaparken düşündüm en çok, bu yıl neler yaşadığımı. Siyahla beyazın bahçesinde bir yıl oldu yine. Sevinçle hüznün, iyiyle kötünün. Daha ne olsun ki? • Fil Uçuşu, geçen yılbaşında aklıma düşmüştü. İşte bir yılı geride bıraktı bile. Yorumlarıyla, katkılarıyla destek verenlere selam olsun. • Önceki yıl yayımlanan kitabım Bir de Baktım Yoksun yılı iki…
• İş dönüşü Demir Özlü’nün 2002 yılından, Berlin ve Amsterdam günlüklerini derlediği “Kanal Kentlerinde” kitabını okudum. Sesimin kısılmaya başlamasının siniri ve huzursuzluğuyla başına oturduğum kitapla biraz olsun rahatladım. Kimi düşünceler ilginç geldi kimilerine katılmadım. Sonuçta Demir Özlü’ye bakışım pek değişmedi. Özlü, 1950 kuşağından en az yakınlık kurabildiğim isim oldu. Bir türlü bulamıyorum bunun nedenini; bu akşam olduğu gibi kitaplarını okuma anları iyi gelir bana, özellikle sevdiğim öyküleri vardır ama yine de aramızda gerçek anlamda “sıcak” bir ilişki yok. Kimi zaman fazla…
• 13 Aralık, Oğuz Atay’ın ölüm yıldönümü. “Tutunamayanlar”ı bir kez daha okumaya karar verdim. Bu kaçıncı okuma olacak, bilmiyorum. Bu kez bir metot dahilinde okuyacağım; diğer okuduklarımın yanda, günde on sayfa. “Okumalıyım, bilmeliyim, okumalıyım. İşin içine girmeliyim; kendime acı vermek pahasına.” • Afyon’a gidişimin yol kısmı, Hollywood yapımı-büyük bütçeli bir felaket filmi gibiydi. İnanılmaz bir kar yağışı, hatta fırtınası. 1-2 metre ile sınırlı görüş mesafesi. Rüzgârla keskinleşen soğuk hava. Yan yatmış, ters dönmüş arabalar, kamyonlar ve tırların arasında belirginliğini kaybetmiş…