Attilâ Şenkon ile Ocak ayının sonunda Ankara’da sohbet ettik. CerModern’in o harika kafesinde. Bir etkinlik için oradaydım. Attilâ erkenden gelmiş, sohbet süresinden çalmak istememiş.Hayattan, işlerden, okuduklarımızdan, yaşadıklarımızdan konuştuk. Güzel haberi de o sohbet sırasında verdi. “Yeni kitap geliyor,” dedi, “İletişim’den…” “Adı ne?” dedim. “Telef” dedi. Telef, sonunda raflarda. O gün, her daim yanında ve her daim dolu olan çantasından çıkarmıştı dosyayı Attilâ. O da, benim gibi, dosyayı yayınevine mail ile göndermeyi başaramıyormuş hâlâ. “Mutlaka çıktısını alıyorum, ciltletiyorum, öbür türlüsü içime…
İletişim Yayınları
1977. On bir yaşındayım. Daha o yaşta seslendirmede beş-altı yılı geride bırakmış durumdayım. Okul çıkışı zamanlarım, TRT’nin Kavaklıdere’deki binasının zemin katında geçiyor. Hafta sonları da Radyoevi’nde… Ortada tek kanal ve sınırlı saatte yayın olunca seslendirilecek film sayısı da ona göre tabii. Eh, o kadar az filmde, yaşıma-sesime uygun bir rolün bana düşme olasılığı daha da az. Hele bir de başrol… Kim kaybetmiş de ben bulayım? Bir gün “aile tipi bir kovboy filminde” başrolü kapıyorum. Ahlaklı ailesine Vahşi Batı’da bir gelecek…
Bilinmeyenin peşine düşmek. Merak edileni kurcalamak. Sorulmayanı sormak. Yetişkinlerin dünyasında unutulan bu araştırmacı ruh halleri, çocukluğun fon müziğini oluşturuyor. Çocuk edebiyatı da bu müziği sıklıkla sayfalarına taşıyor . Biz yetişkinlerin çocukluk yıllarında üyesi olmak için yanıp tutuştuğu maceracı bir ekip olmuştur mutlaka. Kimimiz Jules Verne’in satırlarında “İki Yıl Okul Tatili” yaşayan yatılı okul öğrencilerinden olmak istemişizdir, kimimiz Enid Blyton romanlarından birinde “Gizli Yediler”in üyesi olmak. 1981 doğumlu İspanyol yazar Pedro Manas, “Ö.T.E.K.İ.” (Los O.T.R.O.S.) adını verdiği romanında, çocukların kurduğu yeni…
Mustafa Baydar’ın1960 yılında yayımlanan kitabı “Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar”, 1954-1960 yılları arasında elli edebiyatçıyla yapılmış söyleşilerden oluşuyor. Mustafa Baydar, bu söyleşileri yaptığında 35-40 yaşlarında bir gazeteci. Öyle ‘net’ sorular sormuş ki, hayran olmamak elde değil. Korkusuz, arkadan dolanmayan, eveleyip gevelemeyen bir gazetecinin, karşısındaki sanatçıyı nasıl ‘açabileceğinin’ dersi var elimizde. Kitabın önsözünü yazan Ruşen Eşref Ünaydın’ın dediği gibi konuşacağı edip veya şairin eserlerini iyi okumuş, önemli bilgiler toplamadan söyleşi masasına oturmamış bir gazeteci Baydar. (Soyadı benzerliği dikkatinizi çekmiştir; bilgilerim beni yanıltmıyorsa Mustafa…
Burhan Sönmez günümüzün en iyi yazarlarından biri. İstanbul İstanbul’u okumakta geç kaldığımı söylemeliyim. Gerçi bir kitabın okunmasında ‘zaman’ nerededir, onu da ayrıca sorgulamak lazım. Zamanını beklemiş demek ki. Kafamın bin hikayeyle dolu olduğu bir haftada okumak daha iyi geldi. O hikayeleri silip, kendisini daha da görünür kıldı bu kitap. Öğrenci Demirtay, Doktor, Berber Kamo ve Küheylan Dayı’nın hikayelerinde, Zinê Sevda’nın sessizliğinde kayboldum gittim. Aman bu ‘kaybolmak’ meselesi yanlış anlaşılmasın. ‘Hemhal’ oldum demek daha doğru olacak… Burhan Sönmez’in Bianet’ten Aybars Bayındır’a…
Diyeceğimi baştan diyeyim: Elif Key’in “Bize İki Çay Söyle…” adlı kitabını mutlaka okuyun. Bitmek bilmeyen bir toplumsal ergenlik halinin her yüzü var sayfalarda. “Ah ne güzel yıllardı o yıllar,” kolaycılığına kaçmadan, şaşkın bir romantizmin şekerli cümlelerine yenik düşmeden yazılmış bir kitap bu. Geçmişi kutsallaştırma, okuru kutsama derdi olmayan satırlarda, kimsenin başını okşamıyor Elif Key. Onun yerine ruhları rendeden geçirmeyi tercih ediyor. Hem de ruh küçücük kalana kadar. Yazarın iyisi, elini rendeye kaptırmaktan korkmayandır ne de olsa… Ama kitapla ilgili bir…
Levent Cantek, Dumankara/Hayat Bir Yangındı cildiyle başlattığı Ankara Üçlemesi grafik roman dizisine Emanet Şehir’le devam ediyor. Yanında da önceki cildin iki öyküsünde birlikte çalıştığı Berat Pekmezci var. Cantek bu anlatısında, Dumankara ile başlattığı havayı sürdürmekle kalmıyor, yapıyı bir basamak yukarı çıkarıyor. Cumhuriyetin kurucu kadrolarının elinden aldığı itibarla, kendini önemli hissetmeye başlayan ve neredeyse bu yalana inanır hale gelen 1940’ların Ankara’sını sadece dekor olarak kullanmayan, doğrudan hikayenin önemli bir karakteri haline getiren bir grafik roman var elimizde. Neredeyse vücuda gelip salınan…
“Edebiyat Dersleri”, Nabokov’un Wellesley ve Cornell üniversitelerinde verdiği derslerin notlarından oluşuyor Vladimir Nabokov: Bir kez çekim alanına giren okurun, bir daha uzaklaşamayacağına inandığım bir yazar. Hani deyim yerindeyse, kelebek gibi avlıyor sizi. İlk birkaç satırını okuduğunuzda, ne olup bittiğini anlamaya çalışırken, elindeki fileye düşüveriyorsunuz. Artık Nabokov’un geniş koleksiyonunda geçecek ‘kelebek okur’ ömrünüz. Yıllar içinde farklı yayınevlerinden kimi iyi, kimi kötü çıkan çevirileri derleyip toparladığı, özenli yayın hazırlığı, baskılar ve önsözlerle bizlere ulaştırdığı için İletişim Yayınları’na teşekkür ederek başlayalım. “Rus…
İşte Fil Uçuşu’nda kişisel bir not. Kendi tarihime kayıt düşüyorum izninizle. İngilizce’sine cesaret edemediğim/edemeyeceğim için yıllardır Türkçeye çevrilmesini beklediğim Solgun Ateş, üç gündür başucumda. Yavaş yavaş, sindire sindire okumaya/anlamaya çalışıyorum. Kimi zaman tekliyorum, kimi zaman düşecek gibi oluyorum ama çoğunlukla yerden bir karış yukarıdayım. Severim Nabokov‘u. Çok severim. Her yazdığı, bir derstir benim için. Ama bu başkaymış, çok başkaymış. Daha ilk sayfalardan başlayarak nasıl bir heyecan sardı beni, anlatamam. Okuduğum Nabokov’ları yeniden okuma isteğinin doğması da ayrı bir heyecan. Sürdüğü…
Uzun, şekerli ve kendinden emin cümlelerle övmek yerine, kitabın bir sayfasından bir paragraf aktarmak yeterli olacak aslında. Rastgele seçilmiş bir sayfadan, göze ilk çarpan paragraf. Çünkü zaten, bütün sayfaları, bütün satırları göze, zihne, yüreğe çarpan bir kitap. Okurla kurduğu ilişkinin sıcaklığını da bu çarpma etkisinde bulmak mümkün. Hafızasının, “şimdiki zaman” vicdanıyla konuşmasına izin vermiş bir yazar var karşımızda: Ercan Kesal. Vicdan… Telaffuzu zor, melodisi sancılı bu kelime, uzun zamandır bu coğrafyanın ötesinde bir yerde yaşıyor. Yanlış anlaşılmasın, yaşadığımız topraklar klişesi…