1. Bu biyografiyi yıllardır duyardım. Birkaç yıl önce yurt dışında bir baskısını görmüştüm ama hem kalınlığından hem küçük yazılarından hem de fiyatından gözüm korkmuştu. Kara Plak Yayınları 450 sayfalık özenli baskıyı 35 liradan piyasaya çıkarmış. Elbette gönül daha ucuz olmasını istiyor ama bugünün yayıncılık koşullarında böyle bir kitap için 35 lira iyi fiyat. 2. Kitabın çevirisi Doruk Yurdesin‘den, girizgah yazısı da Ömer Madra‘dan. Açık Radyo‘da bu ikilinin yaptığı The Beatles programı, yayıncılık tarihimizin yüz akı işlerdendir. Çeviri Doruk Yurdesin’in elinde…
Kitap
Elbette değerlidir herkesin hayat hikayesi. ‘Hayatımı yazsam roman olur’ klişesinden öte bir değer bu. Bizi biz yapan hikayelerin toplamından oluşuyor ömür dediğimiz şey. Kimi zaman, özellikle Fil Uçuşu’nda otobiyografik notlar yazıyorum. Anılar, an’lar, kişiler.. Ama oturup bütün hayat hikayemi yazmayı, otobiyografik bir kitap kaleme almayı hiç düşünmedim. Böylesi kitapların ‘samimi’ olması zordur çünkü. Kimi olayları tam hatırlayamazsınız, kimilerini değiştirmek zorunda kalırsınız, şunu incitmeyeyim-bunu kırmayayım derken ufaktan yalan söylemeye başlarsınız. Oysa hayat sizi üzmüş ve kırmıştır. Tuhaf işler… Üstelik hafızam o…
Radikal Kitap, bayram seyahatinde yanımıza hangi kitapları alalım sorusunun peşine düştüğünde aşağıdaki listeyi yazmıştım. Bir de Fil Uçuşu‘nda paylaşayım dedim. Kavgam – Karl Ove Knausgaard Norveçli yazarın altı ciltlik “itiraf” metni tüm dünyada konuşuluyor. Buna değer mi yoksa sadece sansasyonel bir metin mi? Okuyun ve kendiniz karar verin. Yalan Yıllar – Can Kozanoğlu Hem ‘Acemi Eğitimi’nin devamını okumak isteyenlere hem de Kozanoğlu’nun samimi dilini özleyenlere. Diriliş – Stephen King Yazarın tutkunları için özel bir öneri cümlesine gerek yok. Ama yine…
Burhan Sönmez günümüzün en iyi yazarlarından biri. İstanbul İstanbul’u okumakta geç kaldığımı söylemeliyim. Gerçi bir kitabın okunmasında ‘zaman’ nerededir, onu da ayrıca sorgulamak lazım. Zamanını beklemiş demek ki. Kafamın bin hikayeyle dolu olduğu bir haftada okumak daha iyi geldi. O hikayeleri silip, kendisini daha da görünür kıldı bu kitap. Öğrenci Demirtay, Doktor, Berber Kamo ve Küheylan Dayı’nın hikayelerinde, Zinê Sevda’nın sessizliğinde kayboldum gittim. Aman bu ‘kaybolmak’ meselesi yanlış anlaşılmasın. ‘Hemhal’ oldum demek daha doğru olacak… Burhan Sönmez’in Bianet’ten Aybars Bayındır’a…
En iyi belgesel Oscar’ını alan Citizenfour’da, Eric Snowden bir otel odasında The Guardian’in kurt gazetecisi Ewen MacAskill’e kitlesel dinleme işleminin nasıl gerçekleştirildiğini anlatıyor. MacAskill’in sistemin işleyişini anlamak için sorduğu soruları, hoş bir tebessümle yanıtlıyor Snowden. 1952 doğumlu bir gazeteciye karmaşık gelen bu işleyiş, 1983 doğumlu bir bilgisayar uzmanı için tebessümle geçiştirilecek kadar basit çünkü. İnternetin doğuşuna tanıklık etmekle, internetin olduğu bir dünyaya doğmak arasındaki fark. Dürüst olalım, hala bütün dünyada sayısal ortamda yayıncılık ve e-kitaplar konusunda ürkek sorularımız, tedirgin algılarımız…
Olay basına yansıdı. Artık buna sıradan faşizm falan diyemez kimse. Planlı, sistemli bir olay bu. Hangi olay mı? Aşağıdaki açıklamayı okuyunca anlayacaksınız. Türkiye Yayıncılar Birliği olayla ilgili bir açıklama yaptı. Aynen paylaşıyorum: Samsun’un Atakum ilçesinde bağımsız kitapçılık yapan Adalı Kitabevi yaklaşık 20 kişilik bir grubun saldırısına uğramış, kitabevi sahibi Yalçın Tatlıdil ve 4 kişi bıçakla yaralanmıştır. Saldırganlar aynı zamanda kafe olarak hizmet veren kitabevine ellerinde satır ve bıçaklarla saldırmış, içerde oturanları yaralamış, kitabevinin masa, sandalye ve camlarını da kırarak olay…
Abu Dhabi‘deyim. Kitap Fuarı’nda yapacağım iki konuşma için geldim buraya. Konuşmalardan biri elektronik yayıncılık üstündeydi. Konuşmamın içeriğini daha sonra yazarım. Öncelikle bir diğer konuşmacının, İzlandalı Egill Johansson‘un bir görüşünü paylaşmak istedim. Egill, öncelikle bir yayıncı. Aynı zamanda Reykjavik’te bir kitapçısı da varmış. Yayıncılık dünyasının yeni dinamikleri içinde “şehir kitapçılarının” öneminin altını çizdi konuşmasında. Market-kitapçılar ve internet üstü satışların, bu kitapçıların önemini artırmaya başladığını söyledi. Katılıyorum. Zamanın ruhuyla market-kitapçılar ve internet güçlü görünüyor. Ama “insandan insana” olan ve kültürel bir paylaşım…
Diyeceğimi baştan diyeyim: Elif Key’in “Bize İki Çay Söyle…” adlı kitabını mutlaka okuyun. Bitmek bilmeyen bir toplumsal ergenlik halinin her yüzü var sayfalarda. “Ah ne güzel yıllardı o yıllar,” kolaycılığına kaçmadan, şaşkın bir romantizmin şekerli cümlelerine yenik düşmeden yazılmış bir kitap bu. Geçmişi kutsallaştırma, okuru kutsama derdi olmayan satırlarda, kimsenin başını okşamıyor Elif Key. Onun yerine ruhları rendeden geçirmeyi tercih ediyor. Hem de ruh küçücük kalana kadar. Yazarın iyisi, elini rendeye kaptırmaktan korkmayandır ne de olsa… Ama kitapla ilgili bir…
Deneyimlerini içtenlikle aktaran, anlatan insanları dinlemenin mutluluğu başkadır. Bilgi birikimlerini kafanıza kakmadan, üstünlük taslamadan, kibirli cümleler kurmadan, olduğu gibi yansıtırlar. Hele bir de bu insanların “hikâye etme” yetenekleri gelişmişse, sıradan gibi görünebilecek bir olay, büyülü bir anıya dönüşür. Üstelik, sizi de bu anının bir parçası haline getirmeyi başarmıştır anlatıcı. Engin Geçtan böylesi anlatıcılardan. Doksanlı yılların ortasından başlayarak, sadece psikiyatri ilgililerinin değil edebiyatseverlerin de yakından tanıdığı, takipçisi olduğu bir isim. “Dersaadet’te Dans” ile başlayan kurmaca yolculuğunda, “Tren” ve “Mesela Saat Onda”…
Bu sayıda bir kitap tanıtımı yazmamak için çok direndim. Son dönemde yayınlanmış olan kitaplardan değil, tümüyle kendimden kaynaklana bir sorundu bunun nedeni. Biraz yaz rehaveti, biraz farklı alanlarda koşturma diyelim. Ya da doğrudan adını koyalım: Tembellik. Editörüm defalarca e-posta yolladı. Kibarlıkla yazımı ne zaman yollayabileceğimi, hangi kitabın tanıtımını yapmak istediğimi sordu. Bu e-postaları cevaplamak bile sorun oldu benim için. “Bana öyle bir ileti gelmedi,” dedim, “İstenmeyen postalar kutusuna düşmüştür,” dedim. Hatta bir ara bütün sistemin çöktüğü yalanına sığınmayı bile düşündüm….