Öykü

01 Oca: O Nokta!

Issız bir sokak. Sağ yanımda apartmanlar var, sol yanımda ağaçlar. Ağaçların ardında bir park olduğundan eminim. İçinde çocukların oynadığı, çay bahçesindeki ahşap masalara semaverlerin yerleştirildiği, yapay gölün çevresindeki banklarda âşıkların öpüştüğü bir park. Oldum olası sevmişimdir böylesi parkları. Ağaçların arasından geçmeye cesaret edebilsem karşıma camekânlı arabasıyla bir simitçi çıkacağına eminim. Pantolon cebimden çıkardığım bozuklukları uzatırken maşasına sarılacak, üst üste dizdiği simitlerden birini gazete kâğıdına sarmaya başlayacak. Bir yandan da son hecesini uzata uzata “Akşam simidi!” diye bağıracak, alışveriş yapmakta olan…

63453-Kanal-Kentlerinde

23 Ara: Günden Kalanlar.14

• İş dönüşü Demir Özlü’nün 2002 yılından, Berlin ve Amsterdam günlüklerini derlediği “Kanal Kentlerinde” kitabını okudum. Sesimin kısılmaya başlamasının siniri ve huzursuzluğuyla başına oturduğum kitapla biraz olsun rahatladım. Kimi düşünceler ilginç geldi kimilerine katılmadım. Sonuçta Demir Özlü’ye bakışım pek değişmedi. Özlü, 1950 kuşağından en az yakınlık kurabildiğim isim oldu. Bir türlü bulamıyorum bunun nedenini; bu akşam olduğu gibi kitaplarını okuma anları iyi gelir bana, özellikle sevdiğim öyküleri vardır ama yine de aramızda gerçek anlamda “sıcak” bir ilişki yok. Kimi zaman fazla…

217234b

16 Ara: Günden Kalanlar.12

• 13 Aralık, Oğuz Atay’ın ölüm yıldönümü. “Tutunamayanlar”ı bir kez daha okumaya karar verdim. Bu kaçıncı okuma olacak, bilmiyorum. Bu kez bir metot dahilinde okuyacağım; diğer okuduklarımın yanda, günde on sayfa. “Okumalıyım, bilmeliyim, okumalıyım. İşin içine girmeliyim; kendime acı vermek pahasına.” • Afyon’a gidişimin yol kısmı, Hollywood yapımı-büyük bütçeli bir felaket filmi gibiydi. İnanılmaz bir kar yağışı, hatta fırtınası. 1-2 metre ile sınırlı görüş mesafesi. Rüzgârla keskinleşen soğuk hava. Yan yatmış, ters dönmüş arabalar, kamyonlar ve tırların arasında belirginliğini kaybetmiş…

15 Kas: Mumluk

Kaçıncı doğum günüm olduğunu hatırlamıyorum. Sürprizleri sevmiyor olmama rağmen, arkadaşlarım sürpriz bir toplantı düzenlemişlerdi. Kahkahalar, alkışlar, öpücükler, sarılmalar… İnanmam oysa fazlasına. Hiçbir şeyin fazlasını sevmem zaten. Ama kendisine gösterilen sevgiye ilgisiz davranarak, hayata karşı soğukkanlı durduğunu kanıtlamaya çalışanları da sevmem. O yüzden yalan söylemeyeyim. Sevinmiştim için için. Hem ne yalan söyleyeyim, o zamanlar fikirlerim o kadar hızlı değişirdi ki, kimi zaman arkadaşlarımı kızdırırdım. Yeni fikirlere, yeni eylemlere kanallarımı hızla açıp, olabildiğince olumlu yaklaşmamdan kaynaklanıyordu bu, ne yapabilirdim ki? Değişim ve…

13 Kas: Saat

Bu çalar saatten yıllardır ayrılmadım. Önceleri sıradan bir saatti benim için. Şehrin bilmediğim bölgelerinden birinde dolaşırken, köhne bir pasajın alt katındaki küçük bir dükkandan satın almıştım. Dükkandaki yaşlı adamla kısa bir konuşma geçmişti aramızda. Ben şöyle ucuzundan kurmalı bir saat almak istediğimi söylemiştim, o da toz içindeki vitrinden çevresi sarı, kadranı beyaz, plastik aksamlı bu saati çıkarıp vermişti. İki adet kalem pille çalıştığını, ama pillerin fiyata dahil olmadığını söylerken benim gözüm el örgüsü yeleğine takılmıştı. Yakası, cep ağızları, kol girintileri…

image003

09 Kas: Tanrı Beni Görüyor mu?

Murat Gülsoy’dan bir öykü kitabı: Zihnin yangın yerinden kurtarılmış parçalar! Bu kitaptaki bütün öykülerin yazılış süreçlerini biliyorum, dolayısıyla benim için ayrı bir anlamı var bu bütünün. Belki bu nedenle kimilerine “taraflı” gelecektir yapacağım yorumlar. Doğrudur. Taraflıyım; iyi edebiyatın tarafındayım. Murat Gülsoy, Bu An’ı Daha Önce Yaşamıştım adıyla yayımladığı öykü kitabında yer alan on öyküyü gözden geçirerek yeniden yazdı. Ama Tanrı Beni Görüyor mu? bütününü oluştururken bununla sınırlı kalmadı, dokuz yeni öykü ekledi. Üstelik bu öykülerin içinde desenleri Sercan Şengün tarafından…

08 Kas: Sözlük.14

S SİNEKLER: “Bunun bu kadar korkunç bir şey olabileceğini önceden tahmin edememiştim” diye başlar öyküsüne Orhan Duru. Ben-anlatıcının başı sineklerle fena halde derttedir. Hem de ne dert! Savaşmayı, iradesiyle çektiği acılara sonuna kadar dayanmayı, hatta üstlerine “Hekzachlorciclohexan ihtiva eden” bir ilaç sıkarak toptan yok etmeyi denese de başarılı olamaz. Sanki sineklerle insanlar arasındaki bitmek bilmez savaş bir evde, bir kişinin yaşam alanında geçmektedir. Sinekler evi ve bedeni istila ettikçe insanlık tarihinin kaçınılmaz yenilgisi okura göz kırpar. Ama anlatıcı pes etmemeye…

30 Eki: Kişisel bir not…

2010 Milliyet Haldun Taner Öykü Ödülü’nün “Bir de Baktım Yoksun” adlı kitabıma verildiği haberini, Antalya’da bir otel odasında aldım. Mutluluğumu, ruhumun soğukkanlı ve sakin yarısıyla paylaştım. Sonra sessizliğe sığındım. Ödül töreninde yapacağım konuşmayı önceden hazırlamadım. Dedim ki “Çık oraya ve o anda aklına gelen bir kelimenin, onun yarattığı duygunun peşine düş!” Ancak o kadar heyecanlıydım ki, ödülün verilme anına kadar peşinden gidebileceğim bir tek kelime gelmedi aklıma. Sonunda, tam ödülü elime aldığım ve bir konuşma yapmam gerektiği anda defterime yazdığım…

Birdebaktimyoksun-kapak

24 Eki: “Edebiyatla \u00e7ok iyi oyun oynan\u0131r!”

‘Bir de Baktım Yoksun’ adlı kitabım Yunus Nadi Ödülü’nün ardından Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazanınca, Radikal Kitap ekinin editörü Burcu Aktaş, benimle kısa bir söyleşi yaptı. Bu sizin dördüncü ödülünüz, hâlâ ilkini almış kadar seviniyor musunuz? Her ödülün başka bir hikâyesi var. Düşündüğümde, ödül kazandığımı bildiren telefon görüşmelerini tek tek hatırlıyorum. O andaki heyecanımı, şaşkınlığımı. Her ödül başka bir yaşın, ruh halinin karşılığı. Ödüle layık görülen kitabın yazılma sürecinin tekrar hatırlanması… Dolayısıyla her ödül haberini de büyük bir sevinçle karşılıyorum….

Berlin2008-086

24 Eki: Behçet Çelik’ten yeni bir öykü kitabı: Diken Ucu

Ne güzel bir ad koymuş kitabına Behçet Çelik: “Diken Ucu”. Edebiyatta kararlı bir yürüyüşün öznesi Behçet Çelik. İnsanın içini açmaktan korkmayan bir kalem-neşter kullanıyor. Yarattığı karakterlerle okuru bir çizgiye oturtmak gibi bir amaç gütmüyor ama her okur, kendi okuma anında hesaplanmamış bir sorgulamaya girişiyor; ruhuyla, geçmişiyle, bugünüyle. Üstelik bütün bunları yaparken büyük olaylara, büyük cümlelere ihtiyaç duymuyor. Bütün büyük duyguları bir sükûnet zeminine davet ediyor Behçet Çelik. Dil ustalığının verdiği okuma coşkusuyla her öyküde iyi edebiyatın bir başka vagonuna biniyorsunuz….