• Şiddetli bir boyun ağrısı. Sol tarafa dönemiyorum. Muscoril’in gücüne güvendiğim günlerden biri. • Tarçın’ın tüyleri var hâlâ sağda solda. Hiç beklemediğim bir anda koltuğun kenarından fırlamış iplikler görüyorum; tırnaklarını bilemiş belli ki. Fena bir sancı geliyor. Sonra da “Böyle işte,” diyorum, “izleriyle yaşayacak.” En büyük izi, yüreğimde bir pati lekesi gibi duracak her zaman. • Altyazı’nın 100.yaş özel sayısını mutlulukla okudum. Dergiye yazmam için teklif Şükran Yücel’den gelmişti; Ankara’dan dönüş yolundaydım. Birkaç gece uyuyamamıştım ne yazacağımı düşünmekten. “E ile…
yekta
Kaçıncı doğum günüm olduğunu hatırlamıyorum. Sürprizleri sevmiyor olmama rağmen, arkadaşlarım sürpriz bir toplantı düzenlemişlerdi. Kahkahalar, alkışlar, öpücükler, sarılmalar… İnanmam oysa fazlasına. Hiçbir şeyin fazlasını sevmem zaten. Ama kendisine gösterilen sevgiye ilgisiz davranarak, hayata karşı soğukkanlı durduğunu kanıtlamaya çalışanları da sevmem. O yüzden yalan söylemeyeyim. Sevinmiştim için için. Hem ne yalan söyleyeyim, o zamanlar fikirlerim o kadar hızlı değişirdi ki, kimi zaman arkadaşlarımı kızdırırdım. Yeni fikirlere, yeni eylemlere kanallarımı hızla açıp, olabildiğince olumlu yaklaşmamdan kaynaklanıyordu bu, ne yapabilirdim ki? Değişim ve…
Emre Yavuz, daha önce “Kaçırılmaması gereken çizgi romanlar” listesiyle Fil Uçuşu‘na konuk olmuştu. Emre, sadece çigi roman konusunda değil, her konuda derinlemesine okumalar yapmayı seven bir dost. Okuma yolculuğu sırasında, yolu “Bir de Baktım Yoksun”la çakışınca, www.kitapkokusu.net için bir yazı kaleme almış. Bu yazıyı siteyle aynı anda Fil Uçuşu’nda yayınlamama izin veren Emre Yavuz’a ve Kitap Kokusu‘na teşekkür ederim. Yekta Kopan’ın “2010 Yunus Nadi Öykü Ödülü” ve “2010 Haldun Taner Öykü Ödülü” alan bu kitabıyla karşılaşmam, bu seneki Tüyap Kitap Fuarı’na denk…
Bu çalar saatten yıllardır ayrılmadım. Önceleri sıradan bir saatti benim için. Şehrin bilmediğim bölgelerinden birinde dolaşırken, köhne bir pasajın alt katındaki küçük bir dükkandan satın almıştım. Dükkandaki yaşlı adamla kısa bir konuşma geçmişti aramızda. Ben şöyle ucuzundan kurmalı bir saat almak istediğimi söylemiştim, o da toz içindeki vitrinden çevresi sarı, kadranı beyaz, plastik aksamlı bu saati çıkarıp vermişti. İki adet kalem pille çalıştığını, ama pillerin fiyata dahil olmadığını söylerken benim gözüm el örgüsü yeleğine takılmıştı. Yakası, cep ağızları, kol girintileri…
• Güne Jehan Barbur’un “Hayat” albümünü dinleyerek başladım. Güne noktayı da Melis Danişmend’in “daha az renk” albümünü dinleyerek koyacağım. Melis, Gece Gündüz’ün canlı yayın konuğuydu. Programa girmeden uzun uzun konuşma fırsatımız oldu. Sohbet iyi geldi. (Soyadını yanlış telaffuz edermişim bunca zamandır. Yayın sırasında doğrusunu söyledi, “a” harfinin uzatılması gerekiyor.) Her iki isim de, hem Jehan hem de Melis, kendi şarkılarını yazan, hikâye anlatıcıları. Jehan’ın içe dönük anlatımına karşın Melis öfkeden ve gerilimden besleniyor. Her iki albümü de daha derinlemesine dinlemeli….
• Garip bir şekilde mercimek köftesi isteyerek uyandım. Büyük bir düşkünlüğüm yoktur ama bulduğumda da kaçırmam. (Gün bitti, mercimek köftesi yiyemedim.) • Yalçın Tosun ve Kerem Işık yıl içinde okuyup sevdiğim iki öykücü. Her ikisinin de kitapları YKY’den çıktı; yayınevindeki Murat Yalçın varlığı kendini belli ediyor. Kitap-lık dergisinin Ekim 2010 tarihli 142.sayısında birer öyküleri var. Yalçın Tosun’dan “Bir Bavul İçin Noktürn (Hiç Çekilmeyecek Bir Fil)” ve Kerem Işık’tan “Ve Diyor ki”. Yalçın Tosun’un cümle kuruşunu ve dilini seviyorum. Kerem Işık…
Murat Gülsoy’dan bir öykü kitabı: Zihnin yangın yerinden kurtarılmış parçalar! Bu kitaptaki bütün öykülerin yazılış süreçlerini biliyorum, dolayısıyla benim için ayrı bir anlamı var bu bütünün. Belki bu nedenle kimilerine “taraflı” gelecektir yapacağım yorumlar. Doğrudur. Taraflıyım; iyi edebiyatın tarafındayım. Murat Gülsoy, Bu An’ı Daha Önce Yaşamıştım adıyla yayımladığı öykü kitabında yer alan on öyküyü gözden geçirerek yeniden yazdı. Ama Tanrı Beni Görüyor mu? bütününü oluştururken bununla sınırlı kalmadı, dokuz yeni öykü ekledi. Üstelik bu öykülerin içinde desenleri Sercan Şengün tarafından…
• “Anayurt Oteli”nin son bölümünü tekrar tekrar okuyorum. Pazar sabahı bölümünü. Romandaki 28 meselesi üstüne düşünmek hoşuma gidiyor. • Yusuf Atılgan’ın çevirdiği Toplumda Sanat’ı o zamanların “Sanat Olayı” dergisi fasikül fasikül vermişti. Ben de biriktirmiş, sonra da Ankara’da Kolej’in oralarda bir ciltçide ciltletmiştim. Bir süredir evin altını üstüne getirmeme rağmen bulamadım. Aramaya devam etmeli. • Nabokov’un “Saydam Şeyler”i zihnimi açmaya devam ediyor. Gözlemlenebilir nesnelerin değişen dünyasına inanılmaz bir cesaretle, balıklama atlayış. Dün gece bir çekmeceden fırlayan kurşun kalemin tarihine yoğunlaştığı…
S SİNEKLER: “Bunun bu kadar korkunç bir şey olabileceğini önceden tahmin edememiştim” diye başlar öyküsüne Orhan Duru. Ben-anlatıcının başı sineklerle fena halde derttedir. Hem de ne dert! Savaşmayı, iradesiyle çektiği acılara sonuna kadar dayanmayı, hatta üstlerine “Hekzachlorciclohexan ihtiva eden” bir ilaç sıkarak toptan yok etmeyi denese de başarılı olamaz. Sanki sineklerle insanlar arasındaki bitmek bilmez savaş bir evde, bir kişinin yaşam alanında geçmektedir. Sinekler evi ve bedeni istila ettikçe insanlık tarihinin kaçınılmaz yenilgisi okura göz kırpar. Ama anlatıcı pes etmemeye…
• Bir blog neye yarar? Bir insan neden blog tutar? Sorular çok. Fil Uçuşu’na bu soruların değişken cevaplarına takılmadan merhaba dedim. “Okuduklarım, izlediklerim, dinlediklerim, aklıma takılanlar” dedim ve başladım yazmaya. Geçenlerde (metroda giderken) Fil Uçuşu’nun içinde bir günlük tutma fikri düştü aklıma. Tedirgin oldum. Çünkü günlük tutmayı sevmem. Tutacak olsam da alırım bir defter, sarılırım kaleme ve bana ait-gizli bir günlüğün peşine düşerim. Epey düşündüm, kendimle mücadele ettim. Günlük tutmayı sevmeyen, yazarken okuru düşünmediğinden dem vuran biri için saçma bir…