Eskiz Defteri

metrokedisi

23 Ara: İstanbul’un Kedileri

Nota nota gezer sokakları, İstanbul’un kedileri. Cihangir’dekiler caz tutkunudur, bir saksafon sesi duyduğunda kuyruğunu havaya dikmeyenini zor görürsünüz. Ne zaman bir caz standardının notaları yayılsa evlerin yüksek tavanlarına, Cihangir’in kedi ahalisi mırıldanmaya başlar. Akmar Pasajı çevresinde şöyle cayır cayır bir gitar sesi duyduğunda gözlerini kısarak uzakları izlemeyen kediye, kedi demezler bu alemde. Bütün rock albümlerini çıkış yıllarıyla, kadrolarıyla ezbere bilir onlar. Hangi gitarist hangi pedal setini kullanır, hangi basçı penayla çalar hangisi nasır tutmuş parmakla abanır tellere, bir davulcu bir…

FICC87L-UCCCA7USCCA7U28kalem29

28 Tem: Dostunuz hangi kaleme benziyor?

En eski dostlar, o çocukluktan ya da okul sıralarından geçen yıllara karşın yanımızda kalmış olanlar kurşunkalem gibiler. Arada bir kütleşse de uçları, biraz sohbet kalemtıraşıyla yeniden canlanıyor her şey. Biraz bastırmaya gelmiyor hassas uçları, kırılıveriyor. Neyse ki, yine eskilerden kalma bir kutuda kalemtıraş da hazır, unutulmak istenen anları silmek için silgi de. Sayısız kalem geliyor gidiyor, ama onlar yıllara, kemirilmeye karşı koyuyor. Hayatımıza yazdıkları, yıllar içinde biraz silikleşiyor belki. Ama kağıtlar sararsa da, yazılar uçuşsa da en güzel yerinden okunuyor…

16 Haz: Bir sergi açılışından “öylesine” bir sahne…

Bir sergi açılışı. Son yıllarda adı sıklıkla anılan, tablolarının değeri giderek yükselen ressamla, alıcı olmadığı belli olan bir sanatseverin ayaküstü konuşması. “Gerçekten çok etkileyici çalışmalar var,” der sanatsever. Ressam “En çok hangilerini beğendiniz?” diye sorunca, birkaç resmi gösterir ve ekler: “Günün birinde ben de sizin bir tablonuzu almayı çok isterim doğrusu.” Ressam ya sanatseverin bir tablo hediye edilmesini beklediğini düşündüğünden ya a işi şakaya vurmak için kahkahalarla lafını patlatır: “Vallahi bunları ben bile satın alamam!” Sanatsever, sergi salonundan şaşkınlık ve…

09 Haz: Bir Kerim İnal Polisiyesi: Sıkı Dostlar

Girişi tekrar edeyim. O zamanlar yazı başlığı Poli-Siyah Aşklar olan metinlerin yazarı Kerim İnal kimdir?Kerim İnal, 1998-1999 yılları arasında kısa süreliğine altzine’de boy göstermiş bir yazar. Aslında benim polisiye ve parodi merakımın bir sonucu. Bu iki yıllık maceradan sonra sessizce kayboldu ortadan. Yıllar sonra, 2007 tarihli KARBON KOPYA adlı kitabımda “Becerikli Bay Kerim İnal” öyküsünde tekrar çıktı ortaya. Hepsi bu. Geçenlerde arşiv dosyalarının içinde Kerim İnal’ın, altzine’de yayımlanmış birkaç metnini buldum ve Fil Uçuşu’na koymaya karar verdim. İşte, noktasına virgülüne…

04 Haz: Bir Kerim İnal Polisiyesi: Sinek Kaydı

Kerim İnal, 1998-1999 yılları arasında kısa süreliğine altzine’de boy göstermiş bir yazar. Aslında benim polisiye ve parodi merakımın bir sonucu. Bu iki yıllık maceradan sonra sessizce kayboldu ortadan. Yıllar sonra, 2007 tarihli KARBON KOPYA adlı kitabımda “Becerikli Bay Kerim İnal” öyküsünde tekrar çıktı ortaya. Hepsi bu. Geçenlerde arşiv dosyalarının içinde Kerim İnal’ın, altzine’de yayımlanmış birkaç metnini buldum ve Fil Uçuşu’na koymaya karar verdim. İşte, noktasına virgülüne dokunmadan, yıllar önceki haliyle “Bir Kerim İnal Polisiyesi”. Sinek Kaydı Tülay’ın en sevdiği şey,…

16 Oca: Sizce ne kadarı gerçek?

Tam on bir yıl önce yazdığım bir yazı. Arşivimi didiklerken buldum. altzine.net için yazmışım. (altzine.net farklı bir editoryal kadroyla yoluna devam ediyor ve bence hâlâ internet ortamının en iyi dergilerinden biri.) Noktasına virgülüne dokunmadan, Fil Uçuşu’nda paylaşmak geldi içimden. Çünkü yazı, doğrudan okura seslenen, onun yorumlarını isteyen bir yazı. Yorumları, geri bildirimleri almak, o yıllardakinden daha kolay; sanırım bu nedenle paylaşıyorum. Hem arada bir, zamanda yolculuk yapmak iyi oluyor. Yazar, Hırsız, İnternet ve altzine Evime hırsız girdi. Hem de ben…

01 Oca: O Nokta!

Issız bir sokak. Sağ yanımda apartmanlar var, sol yanımda ağaçlar. Ağaçların ardında bir park olduğundan eminim. İçinde çocukların oynadığı, çay bahçesindeki ahşap masalara semaverlerin yerleştirildiği, yapay gölün çevresindeki banklarda âşıkların öpüştüğü bir park. Oldum olası sevmişimdir böylesi parkları. Ağaçların arasından geçmeye cesaret edebilsem karşıma camekânlı arabasıyla bir simitçi çıkacağına eminim. Pantolon cebimden çıkardığım bozuklukları uzatırken maşasına sarılacak, üst üste dizdiği simitlerden birini gazete kâğıdına sarmaya başlayacak. Bir yandan da son hecesini uzata uzata “Akşam simidi!” diye bağıracak, alışveriş yapmakta olan…

26 Nis: Eskiz defterinden bir sayfa: Portobello 22

    Geçenlerde bir arkadaşım “Bir de Baktım Yoksun”daki bir öykü ile, Portobello 22 ile ilgili okuma deneyimini anlatınca aklıma takıldı, açtım defterlerimi ve öykünün yazılış sürecinin izini sürdüm. Yaptığım kazı sonucunda 5 Ocak 2008 tarihine ulaştım. Demek ki kafamda dönüp durduğu günleri saymazsak, Portobello 22 ile ilgili ilk satırları o gün yazmışım. (Elbette öykünün aklıma ilk düştüğü günü de hatırlıyorum, ama yazıyı esas alalım.) Uzun yolculuğunda o kadar çok durağa uğramış, o kadar makas değiştirmiş ki bu metin. Dileyenler öykünün…

09 Nis: Eskiz defterinden bir sayfa: Korku

  “Neden hiç dostunuz yok?” diyorum. Derin bir nefes alıyor. Duvardaki tablolardan birine takılıyor gözleri. Onunla birlikte ben de bakmaya başlıyorum. Sorumun cevabını o karmakarışık lunapark görüntüsünde aramaya başlıyoruz. Tablonun merkezinde bir dönme dolap var, hemen yanındaki atlıkarıncanın sol tarafı fırça darbelerinin belirginleştiği bir karanlığa hapsedilmiş. Sanki atlıkarıncaya binen çocuklar dönüşlerini tamamlayamadan, içlerinden yükselen ilk kahkahayı bırakmadan karanlık tarafından yutulacaklar. İç sıkıcı bir günbatımı; güneşin vedası kendini pamuk helvacının arkasına düşen kızılda belli ediyor. Kızıllığın aldatıcı daveti dışında karanlık bir…

10 Mar: Eskiz defterinden bir sayfa: 3M “Muasır Medeniyetler Mertebesi”

                  (…! Neredeysen, ne halde olursan ol, ister eksili zaman uzayında, ister artılı gönül zamanında süzülüyor ol, beni bu –parantez de dahil olmak üzere- söylediklerim için bağışla!) Lolita, Vladimir Nabokov Sıradan bir karttı. Sıradan mıydı? Ne önemi var? Bulurum birkaç güne kadar… (Birkaç gün mü, var mı o kadar zamanım?) Sıradan olsa da bulurum, olmasa da; ama böyle diyerek kafaları karıştırmaya gerek yok, çünkü sıradan bir kart arıyorum şu anda. Aramıyorum, nerede olduğunu biliyorum. (Kararlı olmak gerekiyor.) Kahverengi ceketimin cebindedir,…