Puşkin’in 1836 tarihli romanı “Yüzbaşının Kızı”, daha önce farklı yayınevlerinden farklı çevirilerle Türkçede karşımıza çıkmıştı. Birçoklarına göre yeni Rus edebiyatının kurucusu sayılan yazarın, büyük eserlerinden biri olarak anılan roman, İletişim Yayınlarının Dünya Klasikleri serisinden, Ergin Altay’ın Rusça aslında yaptığı çeviriyle bir kez daha Türkçede. Ayrıca kitabın sonunda Rus edebiyatı konusunda uzman bir profesörün, Columbia Üniversitesinden Irina Reyfman’ın eserdeki otobiyografik izleri sürdüğü önemli bir makalesi yer alıyor. Reyfman, bir edebi eseri yorumlarken, araştırmacıdan metnin son versiyonuna bağlı kalmasının istendiğini, ancak müsveddelerin…
yekta
Yukarıdaki fotoğraf 2000 yılının Kasım ayında, o zamanlar Tepebaşı’nda düzenlenen Tüyap Kitap Fuarı’nda çekilmiş. İlk imza günüm. Fotoğrafı çeken kişi Hayalet Gemi’den arkadaşım Fakiye Özsoysal. Can Yayınları standının bir köşesinde oturmuş gülüyorum. Önümde ilk kitabım “Fildişi Karası” var, on tane kitabın kaçını imzaladım bilmiyorum. Arkadaşlar gelmişti, belki bir-iki de okur. Elimdeki kalem hala duruyor, fotoğrafın sol alt köşesinde seçebildiğim kadarıyla sırt çantamı oraya koyuvermişim. (Aşağıdaki fotoğrafta, nasıl küçük bir alanda kitap imzalamaya çalıştığım daha net belli oluyor. Bütün o alan…
• Haydarpaşa’da yangın. Bir gün geçti ama hala doyurucu, inandırıcı, soruları cevaplayan bir açıklama yok. Olacağına dair bir inanç da yok; işin kötüsü bu inançsızlığa alıştırılmış olmak. Bitmek bilmeyen bir atalet durumu. En basit ve sığınılan nedenle, yani ihmal bile olsa, akıl alır gibi değil. İstanbulluların, yolu Haydarpaşa’dan geçen herkesin, hatta Haydarpaşa’yı sadece filmlerde görmüş olanların bile içi yandı oysa. Üniversite yıllarımda dostum Derya Billur’la yaptığım tren seyahatleri yıllardır anlatılan anılarla doludur. Haydarpaşa’ya geldiğimiz anda ilk işimiz birer simit alıp…
Dijital Çağ yayıncılığın dinamiklerini neredeyse tümüyle değiştireli çok oluyor. Geleneksel ofset baskı tekniğinde kullanılan film ve klasik anlamdaki kalıp gibi iki vazgeçilmez unsurun ortadan kalktı artık. Metin, çizim, fotoğraf, grafik doküman bilgisayar ortamında işleniyor, sonrasında da ya doğrudan baskı materyaline aktarılıyor ya da sayısal ortama yükleniyor. Üstelik bütün bu teknoloji, farklı beceri katmanlarında da olsa, ulaşılabilir ve hatta paylaşılabilir bir yapı içinde herkese eşit uzaklıkta duruyor. Paylaşılabilirlik meselesi önemli. Çünkü bu, bir anlamda çığ etkisi yaratıyor ve teknolojinin bir merkezden…
Avrupa Yazarlar Parlamentosu sonuçlandı. V.S.Naipaul bu toplantılara gelmedi. Yani gelmemesi için gösterilen çabalar karşılığını buldu. Naipaul’u okumadan, başka yazarların Naipaul üstüne yazılarını referans vererek “İstemezük!” hareketini başlatan Hilmi Yavuz’un yazısından sonra konuya “Acaba?” diye yaklaşan basın, yazarın gelmeyeceğini öğrendikten sonra, iniltili bir sesle “Biz ne ettik?” ırmağında yıkanmaya başladı. Sorun, düşünce özgürlüğü ve tahammül ekseninden, yine kendimizi Batıya rezil ettik paniğine kaydı. Bir başka görüş ise “Keşke gelseydi de, özür diletseydik,” diye haykırdı. Toplantılar, bu anlaşılmaz tahammülsüzlüğün gölgesinde yapıldı. Açılışında…
• Avrupa Yazarlar Parlamentosu. “Dijital Çağda Edebiyat” komisyonunun bir üyesi olarak gün boyunca toplantıdaydım. Sabah gerçekleşen açılış töreninde katılımı az buldum. Murat Belge’nin etimolojik bir çerçeveden yola çıkarak yaptığı “Literature/Edebiyat” karşılaştırması dikkat çekiciydi. Ama asıl vurucu konuşma İngiliz yazar Hari Kunzru’dan geldi ve kapanış deklarasyonunda 301 ile ilgili bir görüşün yer alması konusundaki beklentisini dile getirdi. (Deklarasyon Cumartesi günü tamamlanacak.) Öğleden sonra ilk toplantı gerçekleşti. Murat Gülsoy, Hakan Günday, Hakan Bıçakçı ve Kaya Genç’le, komisyonumuzun, genel olarak ortak görüşleri paylaşan…
• Garip bir durum bu; bazı isimler var ki, ne yapsalar-ne etseler eleştiri alanının dışında kalıyorlar. Söyledikleri her şarkı beğeniliyor örneğin, çektikleri her film alkışlanıyor, içinde bulundukları her proje olumlanıyor. Genel bir kabullenme durumu. Kimi zaman, özellikle fısıltı gazetesine kulak kabartınca, ikiyüzlülüğün nasıl ayyuka çıktığını görebiliyor insan. Üstelik bu şakşakçı kabullenme, zarar da veriyor bu isimlere. İçine saklandıkları yanılsama fanusu yüzünden, kendilerini gerçekten tartamıyorlar. Ne demiştim daha önce; dokunulmazlığın her alanda kaldırılması gerekiyor demek ki… • Jason Lutes, 1967 doğumlu…
Altkitap, 2001 yılından beri yayın hayatında. Geçenlerde Altkitap ekibiyle 2006 yılında yapılmış bir röportaj buldum bilgisayarımda. Yayınevinin tarihçesini anlatmak/anlamak açısından önemli olduğunu düşündüğüm, sıcak-eğlenceli bir röportaj. Sezen Mutlu’nun yaptığı röportajın fotoğraflarını da Ebru Baran çekmiş. Bugün Altkitap’ın önemli bir ismi olan Cem Uçan o tarihlerde aramızda değil. Bazı şeyler değişmiş elbette ama kişisel tarihimize tanıklık açısından Fil Uçuşu’na koymaya karar verdim. Altkitap nedir, nasıl bir yoldan geçip bugüne gelmiştir diye merak edenler için… Son dönemde kitap fiyatları bir hayli yükseldi….
Klasiklerin çizgi roman formatına dönüştürülmesi kimilerine göre “hap” yapılmaları anlamına gelmişti. Aslında böyle seslerin yükselmesi sevindirici. Demek ki, klasikler ya da Türk ve dünya edebiyatının önemli eserleri, büyük bir hassasiyet ve sahiplenmeyle okunuyormuş da haberimiz yokmuş. Unutmayalım ki, 20-30 yıl öncesine kadar çoğu klasik, sadeleştirilmiş, çeviri kayıplarıyla basılmış, geçiştirilmiş halleriyle zaten “hap” olarak sunuluyordu bize. Gelin, bize dünya klasiklerinin özetlerini ezberleten eğitim sistemini tartışalım. Klasikleri kitaplardan okuyan değil, filmlerden izleyen bir kuşak var. Bu bilgileri bir kenarda tutarak şunu da…
• “Çoğunluk” yeterince konuşulmadı kanımca. Oysa çok daha fazla konuşulmayı da, seyirciyi de hak eden bir film. Aklıma takılan ise, sürekli olarak “iyi bir ilk film” vurgusunun yapılması. Sevmiyorum bunu. Bunlar, söyleyenin kendisini “yukarı”da konumlandırmak için yaptığı vurgular gibi gelir bana çoğu zaman. Türkiye’nin en iyi öykücülerinden birine, Cemil Kavukçu’ya çok değil 4-5 yıl önce genç öykücü dendiğinin tanığıyım. Ustaların korunaklı alanında, birilerine rahatsızlık vereceğinden mi korkuyorlardı acaba? Dokunulmazlığın her alanda kaldırılması gerekiyor demek ki? • Cemil Kavukçu, gerçekten de…