Müzenin hikayesi 1967’de başlıyor. Norman Rockwell, eşi Molly ve Stockbridge’deki Old Corner House isimli tarihi evi yıkımdan kurtarmak isteyen bir grup sanatsever bir araya geliyor. İki yıl sonra Old Corner House’da, kasaba kütüphanesinin tarihi koleksiyonundan eserler ve orijinal Norman Rockwell resimleriyle bir sergi açılıyor. Fısıltı gazetesi ve Rockwell’in şöhreti sayesinde sergiyi ilk yıl yaklaşık 5000 kişi ziyaret ediyor. Öyle bir talep oluşuyor ki, 1969’da Norman Rockwell Müzesi doğuyor. Norman Rockwell, 1973’te eserlerinin bakımını, korunmasını ve kamu erişimini sağlamak için bütün…
Anı
İklim krizinin etkileri özellikle Avrupa’yı kasıp kavururken New York mevsim normalleri denebilecek bir havayı yaşıyor. Ama şu garip durumun da altını çizmek lazım. Malum, Amerikalıların başı sıcakla ve nemle her daim belada, soğuk havayı seviyorlar. Bu yüzden New York’ta ev ya da iş yeri fark etmeksizin her yerde klimalar buz gibi bir hava üflüyor. Klimalar çalışıyor, enerji harcanıyor, iklim değişiyor ve bu yıl krizin derdini Avrupa çekiyor. İklim krizine üç maymunu oynayan dünya, ekonomik kriz konusunda sesini yükseltmeyi biliyor. Amerika’da…
Ankara 1993. O yılın Mart ayında yayımlanmaya başlayan bir dergi hemen radarıma giriyor. Derginin adı Çalıntı. Üstelik Ankara’da ulaşabileceğim bir adresi de var derginin. Bütün dergiler İstanbul merkezli, yolladığım yazıların yayımlandığı oluyor ama “kimseyi görmüyorum”. Oysa o yıllarda biraz da “görmek-görülmek” ve sohbet etmek istiyor insan. Yarın kadrosu çok içine kapalı, beni görecek halleri yok. Yeni Olgu ile kısa süreli bir temasım oluyor. Oturup da sohbet edebileceğim birilerini bulmak istiyorum belli ki. İlk sayıyı okur okumaz bu dergide yazmalıyım kararını…
Bir süredir sosyal medyada, özellikle Twitter’da sınırlı zaman geçiriyorum. Sınırlı zaman tam durumu açıklayan tanım oluyor; çünkü akıllı telefonumun üzerindeki bütün sosyal medya uygulamalarına süre sınırı koydum. Elbette istesem bu sınırı kaldırabilir ya da süreyi esnetebilirim ama yapmıyorum. Çünkü bu durum giderek daha çok hoşuma gitmeye ve bana iyi gelmeye başladı. İlk zamanlar bir şeyler kaçırdığım, bir şeylerden uzak kaldığım ve bazı sesleri duyamaz olduğum duygusu hakimdi. Giderek o sessizlik halinin değerini anladım. Duymak istediğim seslerin bir süre sonra gürültüye…
Fazıl Say benzersiz bir hikâye anlatıcısı. Notalarıyla, harfleriyle, sözleriyle ve hayattaki duruşuyla bitimsiz bir hikâye anlatıyor bize. Joseph Campbell’ın “kahramanın sonsuz yolculuğu” çemberindeki her evreden kendisi de geçiyor, dinleyicisini-okurunu da geçiriyor. Bu birlikteliğin nedeni dehasına ve bilgi birikimine olan hayranlıktan öte, samimiyetine inanç. O samimiyeti sağlayan da hep iyiden yana olması. Fazıl Say’ın yeni eseri Portreler dünya prömiyerini Antalya Akra Caz Festivali‘nde yaptı. İlk seslendirilişi 17 Haziran’da gerçekleşti. Yoğun ilgiyi karşılamak için 18 Haziran’da aynı programla bir konser daha gerçekleştirdi…
40 yıl konserine başlarken şöyle demiş Bülent Ortaçgil: “Böyle bir gece için iki ihtimal var, ya duygusallaşacağız ya da felekten bir gece çalacağız. Ben ikincisini tercih ediyorum.” O konseri, yani 40.yıl konserini Fil Uçuşu’nda yazmışım. 2010 yılında. Dileyen o yazıya ve o konserde sahnede kimler olduğuna, neler yaşandığına buradan göz atabilir. Zaman akıp gitti. O konserden bu yana geçen 12 yılda öyle çok şey oldu ki; ne yazık ki çoğu da üzüntü hanemize yazdığımız şeyler. Hayatımızın muhasebe defterinde hep sol sayfalar…
Uzun sohbetleri severdi Kadir. Ama konuşmaktan çok dinlemekti sevdiği. Dinlemek, anlamak, paylaşmak. Gözlerini hafifçe kısar, tüm dikkatini anlattıklarınıza verirdi. Karşısındakinin kendini iyi hissetmesine yeterdi bu. Hayatın yükünü hafifletirdi Kadir. Adana’da festival koşturmasının arasında fırsat bulduğumuzda, birer kahve söyler başlardık konuşmaya. İzmir’e gittiğimde mutlaka bir akşamüstü Kordon’da buluşur, dertleri denize dökerdik birlikte. Sinema, edebiyat, akademik dünya, memleket halleri, özel hayat derken günü geceye bağlar, saatin nasıl geçtiğini anlamazdık. Aynı yılda ve yaklaşık iki ay arayla doğduğumuzu o İzmir sohbetlerinden birinde öğrenmiştim….
Ice Age/Buz Devri filmlerini takip edenler biliyor; altıncı film geliyor. Bu yazıyı, serinin altıncı filmini bekleyenleri bilgilendirmek ve durumdan haberdar etmek için yazıyorum. Bu yeni filmin seslendirme kadrosunda -büyük ihtimalle- Ali Poyrazoğlu, Haluk Bilginer ve ben olmayacağız. Sonra söyleneceği başta söyledim, şimdi biraz da durumu anlatayım. 2002 tarihli ilk filmin Türkiye’deki seslendirmesinin yönetmenliğini Serdar Çakular yapmıştı. Rol dağıtımını ve ilk filmlerdeki ses dünyasını kuran isim Serdar’dır. Ona büyük bir teşekkür borçluyuz. Öncelikle orijinal seslerle yakın tonlara sahip isimler seçti: Ray…
12 Mart 2012. Mustafa-Övül Avkıran çifti “garajistanbul”u yeniden hareketlendirmek istiyor. “Eğlencenin adresi yeniden garajistanbul” olsun istiyorlar. O gece de çok öenmli bir konsere ev sahipliği yapacaklar: McCoy Tyner Trio. Üstelik bir de özel konuk var bu konserde, benim de çok sevdiğim bir isim; Joe Lovano. Konserin kalabalık olacağı kapı önünden belli oluyor. Sahne önü yerler numarasız olduğundan çoğu kişi erken gelmiş. Ben nereye otursam diye sağa sola bakınırken, o çok sevdiğim tok sesi duyuyorum. “Yekta” diye sesleniyor Seçkin Hanım. Eliyle…
1950’lerde, henüz yedi yaşındayken hayatını kaybeden bir dayım varmış. Metin Dayım. Annem yaşça kendisinden oldukça küçük kardeşine, Metin’e çok düşkünmüş. Onun bu erken vedası bütün aileyi ve annemi çok sarsmış. Yıllar sonra bile, bu hiç tanımadığımız dayımızın kısa ömrüne sığdırdığı anıları anlatırdı annem. Onu bizim de çok sevmemizi isterdi sanki. Severdik bizde, küçük dayımızdan gururla söz ederdik. Bir ölüyü yaşatmanın yolu olarak bunu bulmuştu belki de annem. Ama küçük dayıma veremediği sevgiyi verdiği bir başka “kardeşi” vardı annemin. Dayısı Cemal…